21 Ağustos 2015 Cuma

Yeni Kitaplarım



Merhabalar! Hani hep neler oluyor, nereye gidiyoruz böyle deriz ya; yine öyle zamanlardayız. Şehit haberlerinin gelmediği, evlere ateş düşmediği bir gün olmuyor. Bilgisayarı, televizyonu açmaya korkar olduk. Hayatımıza devam ederken, yitip giden evlatlarımızı düşündükçe suçluluk duyar olduk. Ama bir şekilde hayat devam ediyor. Ben de pek çoğumuz gibi, akıl sağlığımı koruyabilmek için farklı şeylerle ilgilenmeye çalışıyorum. 

İşte bugün gelen bir paket beni çocuk gibi sevindirdi. Sizlerle paylaşmadan yapamadım. Elimde okumam gereken pek çok kitabım var. Ama almak istediğim kitap da çok... 

Kitaplarımı genellikle internet sitelerinden alıyorum. Alıyorum dediysem, yarısından fazlası kız kardeşimin hediyesi. O kendisine sipariş verirken bana da istiyor. Ama sonra parasını almıyor. Eh bu durum da beni rahatsız etmeye başladı doğrusu. 

İnternette kredi kartı kullanmak istememem elimi kolumu bağlıyordu. Kitapçılardan almak çok keyifli, ama sürekli kitap aldığınızda çok pahalıya geliyor. Bu nedenle, kapıda ödeme yapabileceğim hesaplı ve güvenilir bir kitap satış sitesi aramaya başladım. Araştırmalarım sonucunda okuoku.com'u buldum. Burada söz edip etmemek konusunda kararsız kaldım. Yazdıklarımın reklam olarak anlaşılmasını istemiyorum. Diğer siteden de çok memnunum. Ama kapıda ödeme kabul etmemeleri benim için dezavantaj oldu. 

Hafta başında okuokudan sipariş vermeye cesaret ettim. Kitaplardan birisinin tedarik süresi 3 gün yazıyordu. Buna rağmen kitaplarım bugün elime ulaştı:) Kapıda ödememi de yaptım. Kitaplar çok güzel paketlenmişti ve hiçbiri zarar görmemişti. Çok mutluyum. İşte kitaplarım...


Kitapların yanında bol bol kitap ayracı ve bir de kahve göndermişler...


Kitaplarımı yakından görün istedim...


Bunlara ne zaman sıra gelir bilmiyorum ama, daha çok okumalıyım çoook...   

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Böğürtlen Kışı - Sarah Jıo


Merhabalar! Uzun zamandır kitaplar hakkında yazmadığımı fark ettim. Bunda çok hızlı okuyamamamın rolü olduğu gibi; okulların tatil olması, yaşlı ve hasta kayınvalidemin yanımda olması da etkili. Kendime, kitaplarıma ve bloğuma fazla zaman ayıramıyorum. Severek takip ettiğim blogları bile ihmal ediyorum. Kendimce sıraya koyup, toplu ziyaretler yapıyorum. Böğürtlen Kışı'nı da bitireli epey olmasına rağmen, ancak yazma fırsatı bulabildim.

Sağlık sorunlarım nedeniyle stresten uzak durmam gerekiyor. Bu nedenle hafif ve beni mutlu eden kitaplar okumayı tercih ediyorum. Bana pembe gözlük taktıracak, yaşamın sıkıntılarından uzaklaştıracak ve en önemlisi mutlu sonla biten kitaplar... İşte tam da bu yüzden Böğürtlen Kışı kitabından uzak durdum. Sarah Jio'yu çok sevmeme rağmen; kitabın konusunu okuyunca, hayır ben bu kitabı kaldıramam dedim. Ama dayanamayıp aldım. Bir yıl kadar da kitaplığımdan baktı bana...Sonunda bir cesaret aldım elime ve çoook beğendim. Okuyalı iki ay olmasına rağmen halâ etkisinden kurtulamadım.


Kitabın iç kapağındaki söze bayıldım. ''HERKES KENDİ HAYAT YOLUNDA ACILAR ÇEKİP İYİLEŞİR...'' Ne kadar doğru değil mi? 

Kitap yine hem geçmiş, hem de günümüzden kesitler sunuyor. Vera Ray, hayatını lüks bir otelde hizmetçilik yaparak geçirmektedir. 1933 yılında belli bir kesime ait değilseniz, hayat sizin için inanılmaz derecede zorlaştırılmaktadır. Üstelik bu mayıs akşamı, karlı ve çok soğuktur. İşinden atılmamak için 3 yaşındaki oğlu Daniel'ı evde tek başına bırakmak zorunda kalır. Ancak sabah eve döndüğünde oğlunu evde bulamaz. En yakın arkadaşı dışında kimse bu durumu tam anlamıyla umursamaz. Vera Ray perişan olmuştur ve oğlunu bulabilmek için her şeyi yapmaya hazırdır.

Bu olaydan 80 yıl sonra, yine bir mayıs ayında inanılmaz bir şekilde kar yağar ve hava çok soğuktur. Gazeteci Clair Aldridge bu olayı incelemekle görevlendirilir. Clair araştırmaya başlayınca Seattle'de yaşanan dramı öğrenir. Bu olaydan çok etkilenir ve araştırmaya başlar. Daniel'ı ya da ona ne olduğunu bulmayı aklına koyar. Bu arada Clair'ın eşiyle arasının bozulmasına neden olan bir sorunu vardır. Bu sorunun bir çocukla ilgili olduğunu düşünsek de, kitabın ilerleyen sayfalarına kadar tam olarak ne olduğunu anlayamıyoruz. Ayrıca Mart Menekşeleri'nde okuduğumuz karakterlerden de haberler alıyoruz...

Kitap bir geçmişi, bir günümüzü anlatırken epey uykusuz kaldığımı söylemeliyim. İki kadının hayatı, Daniel'a ne olduğunu merak etmem kitaba gömülmeme neden oldu. Zaman zaman gözyaşlarıma engel olamadım. Kitabın gidişatına göre sonunu tahmin ettiğimi sandım. Ama sonunda, yaklaşmış olsam da yanıldığımı fark ettim. İyi ki almışım, iyi ki okumuşum diyorum...

ARKA KAPAK

Kalbinizin derinliklerine işlenen acıyı,
tek kelimeyle nasıl dile getirirsiniz?

''Canım Daniel'ım,

Kaybolduğun gün dünyam sona erdi, canım oğlum. Seni her kim 
alıp götürdüyse, seninle birlikte kalbimi, hayatımı da çaldı. Ben 
senin gülümsediğini görmek, kahkahalarını duymak, mutluluğunu
paylaşmak için yaşıyordum...''

Vera Ray 1933 yılının o karlı mayıs akşamında üç yaşındaki oğlu
Daniel'ı son kez öptüğünü bilmiyordur. Her ne kadar oğlunu 
yalnız bırakma düşüncesinden nefret etse de hayatlarını devam
ettirmek için çalışmak zorundadır. Tek avuntusu, gün ağardığında 
küçücük oğluna sarılacak olmasıdır. Ancak Vera geri döndüğünde
karşılaştığı manzara, Daniel'ın boş yatağıdır. Bir de karlar içine 
gömülmüş olan oyuncak ayısı...

Seksen sene sonra Seattle yine mayıs ayında karlar altındadır.
Köklü bir gazetede muhabir olan Claire Aldridge , bu doğaüstü 
olayı haber yapacaktır. Araştırmalarına devam eden Claire, küçük çocuğun bu zamana kadar sonuçlanmamış kaçırılma davasıyla 
karşılaşır. Evlat kaybetmenin ne demek olduğunu çok iyi bilen
Claire, bu olayı çözmeye karar verir. Ancak çözdüğü her
düğümün, onu Vera'yla olan bağlantısına yaklaştırdığından
habersizdir...

Böğürtlen kışı aşkı, umudu ve umutsuzluğu derinden anlatan 
muhteşem bir kitap. Bu öyküyü yüreklerinizden kolay kolay silip
atamayacaksınız.

Yukarıda da yazdığım gibi, gerçekten de kitaptan çok etkilendim. Hatta kitabı satır satır size anlatmamak için kendimi zor tuttum. Ama bu, kitabı okumayanlara haksızlık olurdu değil mi? Bu tür kitaplardan hoşlanıyorsanız ve halâ okumadıysanız mutlaka okumanızı öneririm. Hepinize keyifli okumalar diliyorum...

18 Ağustos 2015 Salı

Kışa Hazırlık


Merhabalar! Ankara resmen yanıyor. Gerçi geçen hafta birkaç akşam bol gök gürültülü, şimşekli ve şiddetli yağmurlar yağdı. Ama yine de çok sıcak. Aslında ben bu durumdan fazla şikayetçi sayılmam. Çünkü soğuktan hoşlanmıyorum. Zaten kilolu olduğum için, kat kat giyinince daha da zor hareket ediyorum. Ama yaz öyle mi? Hafif hafif giyiniveriyoruz ne güzel :) Öyle ya da böyle kış gelecek eninde sonunda...

Geçenlerde eşimin bir tanıdığı Ayaş'tan 20 kg. domates göndermiş. Direkt tarladan geldiği için çok güzeldi. Ama bu kadar domatesi bozulmadan tüketemeyeceğimiz için, ben de kışlık sos yapmaya karar verdim. Her yıl parça parça da olsa, toplamda 40 kg. domatesten sos yaparım zaten. Ama eylülü beklerim hep. Bu sefer biraz erken başlamış oldum. Zaten şu günlerde kendimizi bir şeylerle oyalamak gerekiyor.

Bu hazırlık birçok evde yapılıyor zaten. Kışın elimin altında bu kadar domates olması beni mutlu ediyor. 

Önce domatesleri güzelce yıkıyorum. Sonra dörde bölüp, sap yerlerini temizliyorum. Kabuklarıyla beraber robota atıp, bir güzel çekiyorum. Aman robotu fazla zorlamayın. Benim büyük bir aşure tencerem var. Çektiğim domatesleri bu tencereye boşaltıp, iyice kaynatıyorum. Domateslerin rengi bayağı koyulaşıyor ve iki üç parmak kadar eksiliyor. O zaman altını kapatmadan karışımı kavanozlara doldurup, kapaklarını sıkıca kapatıyorum. Sonra ters çevirerek aşağıdaki gibi, yaydığım bir bezin üzerine yerleştiriyorum.


Kavanozları tek tek doldurup, kapatırsanız, soğumadan işinizi bitirirsiniz. Sonra kavanozların üzerini de örtüp, bir gece böyle bekletin. Ertesi sabah akan var mı diye kapakları kontrol edin. Artık domateslerinizi ışık almayan serin bir yere kaldırıp, kışın gelmesini bekleyebilirsiniz...

13 Ağustos 2015 Perşembe

Zeytinyağlı Biber Kavurması



Merhabalar! Yaz geldi, geçiyor derken; bu yemeği yapmadığımı fark ettim. Ben bekarken evimizde çok sık yapılırdı. Evlendikten sonra da her yaz mutlaka birkaç kez yaptım. Ama nasıl olduysa bu yıl unutmuşum. Bu gün yapınca, bilmeyenler için anlatayım dedim. Aslında mantık olarak biber kızartması gibi. Ancak çok daha az kalorili. 



İşte tarifi... Dolmalık biberleri fotoğraftaki gibi iri iri doğrayın. Köy biberi ya da çarliston biberle de olur. Ama en güzel dolmalık biberle oluyor. Yani biberlerin biraz etli olması gerek. Yemeklere koyduğunuz kadar zeytinyağında, kısık ateşte çevirmeye başlayın. Hatta önce üzerine kapak kapatırsanız biberler daha kolay yumuşar. Bu arada domatesleri de soyup, iri iri doğrayın. Biberler iyice sarardıktan sonra domatesleri de ekleyin. Arada karıştırarak, domatesler de pişip suyunu çekinceye kadar kavurun. Tüm bu işlemleri kısık ateşte yapın. Yemeğin suyunu ne kadar çektireceğiniz size kalmış. Sulu seviyorsanız ocaktan erken alırsınız. Yemeğiniz soğuduktan sonra üzerine sarımsaklı yoğurt dökerseniz çok daha lezzetli olur.


Bu sıcak yaz günleri için pratik ve serinletici bir tarif vermek istedim. Üstelik benim gibi zayıflamaya çalışıp, kızartmadan da vazgeçemiyorsanız işte size alternatif. Haaa, aman ekmeği fazla kaçırmayın :)) Tabii kızartmanın da yeri ayrı. Ben onu da fırında yapıyorum. Gayet güzel oluyor. Ama bunu da denemenizi öneririm. Şimdiden afiyet olsun... 

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Evim Evim Güzel Evim

Merhabalar! Geçen hafta Yenimahalle'deki baba evimdeydim. Aslında anne evi desek daha doğru olur. Ne yazık ki babamı 10 yıl önce kaybettim. Aynı şehirde olmamıza rağmen, her yıl yazlığa gider gibi gidip; birkaç hafta kalmazsam içim rahat etmiyor. 

Aşağıda evimizin yıkılmadan önceki halini görüyorsunuz. Bu evi dedemler 1950'li yıllarda yaptırmışlar. Annem de buraya gelin gelmiş. Kız kardeşimle ikimiz bu evde doğduk. 2000 yılına kadar burada yaşadık. Sonrasında biz de betonlaşmaya yenik düşüp, evimizin yıkılmasına izin verdik. 


Alttaki fotoğraflar evimiz yıkılmadan hemen önce çekilmişti. Son yıllarda, yıkılması düşünüldüğünden bakımsız kalmıştı...


Bu fotoğraf evin arka cephesi. Babam bahçemize çok güzel çiçekler dikerdi.


Evimizin hemen arkasında asma çardak vardı. Altında masamız, sandalyelerimiz, divanımızla küçük bir oda gibiydi. Yazın tüm zamanımız burada geçerdi. Bizi bilen konuklarımız hiç kapı çalmazlardı. Hemen arkaya dolaşırlardı :)


İşte o asmanın üzümleri...





Pek çok meyve ağacımız vardı. Bunlar kayısılarımız. Şimdi hiç biri kalmadı...


Bahçemizde mutlaka kedilerimiz olurdu. İşte onlardan bazıları...




Çok fotoğraf var tabii ama hep bizler de varız. İşte arka bahçemizden bir kare ve ben...


Bu da evimizin ön kapısı ve bahçe merdivenleri. Tabii yine ben...


Burası da yine arka bahçemizden. Bu fotoğraflar 1990'lı yıllara ait. Böylece gençlik halimi de görmüş oldunuz...

Çiçeklerimizin bazıları...



Bu, atlas çiçeği. Çok severdik. Sahi, şimdi yok. Birine mi verildi ki...





Evet dedim ya geçen hafta Yenimahalle'deydim. Oraya gidince böyle oluyor. Nostalji yaşıyorum. Şimdi her şey değişti tabii. Evimizin yerinde artık bir apartman var. Sadece ev değil; tüm mahalle değişti. Eski komşularımızdan çok azı yaşıyor. Her gittiğimde eski bir dükkanın daha kapandığını görüyorum. Bu yıl da, sahibi ve çalışanlarıyla aile dostu gibi olduğumuz eczane kapanmış. Bina yıkılacakmış. Eczacı Sernaz Abla da emekli olmaya karar vermiş. Ama değişmeyen bir şey var. Halâ insanlar hayvanları çok seviyor. Sokağımızdaki her elektrik direğinin altında bir kap su ve mama vardı :)

Çiçeği, böceği neden sevdiğimi anlarsınız belki diye böyle bir yazı yazmak istedim. Sertab Erener'in Çocuktuk Bir Zamanlar diye bir şarkısı var. Tam da benim duygularımı anlatıyor. Yenimahalle'ye her gidişimde bu şarkıyı defalarca dinliyorum. İşte şimdi sizi de bu şarkıyla baş başa bırakıyorum...



Görüşleriniz Benim İçin Değerlidir!

Zaman ayırıp, yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Yorumlarınız onaylandıktan sonra görüntülenecektir. Reklam ve hakaret içeren yorumları yayınlamıyorum. Düşüncelerinizi bekliyorum...