29 Şubat 2016 Pazartesi

Artık Yıl



Merhabalar! Ankara bugün de çok sıcaktı. Ben de biraz dolaşayım dedim. Ama bunu yarın anlatacağım. Bu sabah kızımla konuşurken aklıma geldi. Hani Nasrettin Hoca'ya sormuşlar; biten ayları ne yapıyorlar diye... O da kırpıp kırpıp, yıldız yapıyorlar demiş :)) İşte dört yılda bir de, 365 gün 6 saatin 6 saatlerini birleştirip, bir gün yapıyorlar. Ne güzel değil mi? Bana 29 Şubat, hep fazladan yaşanmış bir gün gibi gelir. Hayatımıza sıkıştırılan fazladan bir gün... Google'nin bugün için hazırladığı teaser da, bana aynı bunu çağrıştırdı. Aşağıdaki fotoğraf değil tabii. Telif melif çıkar başıma neme lazım...  



Aranızda bugün doğan ya da bugün evlenen var mı bilmiyorum. Varsa ilginç bir durum olmalı değil mi? Hatta kızımla bu konuda şakalaştık bile. Onlar şanslılar dört yılda, bir yaş alıyorlar dedim. Çoook güldü:)))

Okuduğum kadarıyla kimse evlenmek için bugüne gün almıyormuş. Sezaryen için de öyle. Ama kısmet bu tabii, ne olacağı belli olmaz değil mi? Aranızda bugün doğanlarınız varsa, nice mutlu yıllar diliyorum. Eh zaten hemen hemen akşamı ettik. Yarın size aldığım cicilerimi göstereceğim. Görüşmek üzere...

26 Şubat 2016 Cuma

Deniz Feneri Koyu - Kimberley Freeman


Merhabalar! Bugün Ankara'da hava çok güzeldi. İnanın eve giresim gelmedi. Kızımı okula bıraktıktan sonra biraz yürüyüş yapmak istedim. Ama ne yazık ki yine hastayım. Bu kış hastalık yakamı bırakmadı bir türlü... Biraz kendimde güç bulunca bilgisayarın başına oturayım dedim. Kitabı bitireli epey oldu aslında. Hatta sonra başladığım kitabın da yarısına geldim. Ama bir türlü oturup yazamadım.

Size bir sır vereyim mi? Ben bu fotoğrafı Ankara'ya son kar yağdığında çekmiştim :)) Yani bayağı olmuş...




Kimberley Freeman'ın ilk okuduğum kitabı bu. Elimde iki kitabı daha var. Biri eski, biri de yeni sayılır. Yeni kitapları okumaya heveslenince, elimdeki eski kitaplar yıllandıkça yıllanıyor...
Son zamanlarda okuduğum kitapların içinde en beğendiklerimden biri oldu doğrusu. Kitap hem 1900'lü yıllardan, hem de günümüzden kesitler sunuyor. Kalın olduğuna bakmayın. Hem akıcı bir dili var, kolay anlaşılıyor; hem de oldukça sürükleyici. Özellikle son elli sayfada merakım tavan yaptı...

Kitabın konusundan biraz söz etmek istiyorum. Kitap 1901 yılına ait, batan bir gemiyi yazan gazete kupürü ile başlıyor. Winterbourne ailesi geçimini kuyumculukla sağlayan, İngiltere'nin saygın ailelerinden biri. Kuyumculuk işinde o kadar iyiler ki; Kraliçe'nin emriyle bir asa yaparlar. Güvenlik nedeniyle, bu asayı Avustralya Parlamentosu'na götürme işini de ailenin büyük oğlu Arthur üstlenir. Aile oldukça katı kurallara sahiptir. Arthur'un eşi Isabella bu kurallar yüzünden sıkıntıdadır. Yakın zamanda yeni doğmuş bebeğini kaybetmiş olmasına rağmen, yasını tutmasına izin verilmemektedir. Üstelik Aile O'nu sürekli aşağılamaktadır. Bu sıkıntılı durumda eşiyle birlikte Avustralya'ya doğru bir gemi yolculuğuna başlarlar. Uzun süren yolculuk bitmek üzereyken, gemi bir fırtına sonucu Avustralya açıklarında batar. Gemideki herkes öldü sanılmaktadır. Öte yandan 2011 yılında Libby, Winterbourne Ailesi'nin torunlarından Mark Winterbourn ile yasak bir ilişki yaşamaktadır. Ancak Mark ansızın ölünce; Libby kendi ülkesine, Avustralya'ya dönmeye karar verir. Bunu yapmak hiç kolay değildir. Çünkü yıllar önce yaşanan bir olay nedeniyle kız kardeşiyle birbirlerine düşman olmuşlardır. Ama sevdiği adamın acısına orada dayanabileceğine karar verir ve Avustralya'ya döner. İşte her iki tarih dilimi arasındaki olaylar bundan sonra gelişmeye başlar.

ARKA KAPAK :

Bilemeyiz, belki de karanlıklardır bizi ışığa kavuşturan
ve o ışığa tutunmamızı sağlayan...

'' Belki de kırılmıştır kalbim. Bildiğimiz anlamda kırık bir kalp değil, sadece ortadan ikiye çatlamış bir kalp de değil. Şöminenin rafından alınıp, sert bir el tarafından sökülerek parçalarına ayrılan, sonra da paramparça bir halde yere bırakılan bir saat gibi. Bir daha çalışamayacak kadar parçalanmış bir saat...''

Ünlü bir kuyumcu ailesinin gelini olan Isabella Winterbourne, kalbi acıdan kavrulsa da, 1901 yılında eşiyle birlikte o çok kıymetli hediyeyi Avustralya Parlamentosu'na teslim etmek üzere bir gemi yolculuğuna çıkmak zorundadır. Ancak gemi Queensland sahilinde batar ve bu kazadan sağ kurtulan tek kişi Isabella'dır. Ve ne talihtir ki eşinin gözü gibi sakındığı hediye de kıyıya vurmuştur. Isabella bir karar vermek zorundadır. Ya kocasının zengin ve baskıcı ailesine geri dönecektir ya da elindeki bu hediyeyle yıllardır özlemini çektiği saklı rüyasını gerçekleştirecektir. İşte o an uçsuz bucaksız karanlık sahilde bir ışık dikkatini çeker. Ve Isabella deniz fenerinin sığınağına bırakır kendini...

Bir asır sonra Libby Slater, hiç karşılık beklemeden sevdiği adamı kaybedince, artık ona anlamsız gelen Paris şehrini ardında bırakmaya karar verir. Yaşamını çocukluğunun geçtiği Deniz Feneri Koyu'nda devam ettirecektir. Ancak yirmi senedir hiç görüşmediği kız kardeşinin düşüncesi onu endişelendirse de geçmişte yapılan hataların telafisi yoktur. Dahası fener evinde kalmaya başladığı günler ona bu koyun her zaman sürprizlerle dolu olduğunu gösterecektir...

Kır Çiçeği Tepesi ile gönülleri fetheden Kimberley Freeman, farklı yüzyıllarda yaşamış iki kadının geçmişi geride bırakıp geleceklerine yön verişlerini ustalıkla anlatıyor. Ve bu kadınların aradıkları cevaplar ise Deniz Feneri Koyu'nda saklı.


Bayağı uzun bir yazı oldu değil mi? Eğer kitabı hâlâ okumadıysanız okumanızı öneririm. Galiba tatili özledim. Çünkü kitabı okurken, bu yüzyılda orada olma isteği duydum. Dalgaların sesini ve denizin kokusunu sık sık hissettim. Keyifli okumalar diliyorum...


21 Şubat 2016 Pazar

Lavaş Böreği



Merhabalar! Zor günlerden geçiyoruz. Buralara uğramak, yazmak içimizden gelmiyor. Ancak umut etmekten vazgeçmemeliyiz değil mi? Hep üzüntü, hep sıkıntı paylaşırsak, bozulan psikolojimiz daha da kötüye gidecek diye korkuyorum. Ben kendi adıma, bu günleri hobilerime sığınarak atlatmaya çalışıyorum. Zaman zaman da burada içimi döküyorum. Ankara'daki patlama yaşandığı sıralarda tam da bu yazıyı yazmak üzereydim. Bugün pazar, belki denemek isteyenler olabilir diye düşünüp; yazmaya karar verdim.



Geçen pazar eşim çalıştığı için evde kızımla ikimizdik. Anne canım börek istiyor dedi. Eh benim kilolar malum. Kızıma da çok fazla hamur işi yedirmek istemiyorum. Ama kızıma da kıyamadım. Aklıma daha önce komşumda yediğim bu börek geldi. Derin dondurucuda lavaş da vardı. Ben artan şeyleri derin dondurucuya atıveriyorum. Lazım olunca elime geliyor. Ama komşum nasıl yapıyordu tam olarak hatırlayamadım. Açtım interneti, bu tarifi buldum. Bakmak isteyenler için benim kaynağım burası. Baktım tam da dört tane lavaşım kalmış, hemen işe koyuldum.

MALZEMELER :

4 adet lavaş
1 çay bardağı süt
1/2 çay bardağı sıvı yağ
1 yumurta
1 tatlı kaşığı tereyağ ( tavayı yağlamak için )

YAPILIŞI :

Süt, yumurta ve sıvı yağı karıştırın. Tereyağın yarısıyla tavanızı yağlayın. Bir tane lavaşı tavaya koyun. Her yerine karışımdan yayın. İkinci lavaşı koyun ve yine karışımı güzelce dağıtın. Sonra istediğiniz bir içi koyun. Ben peynir koydum. Maydanozum kalmamıştı ne yazık ki... Daha sonra üçüncü lavaşı ve karışımı ekleyin. En üste de dördüncü lavaşı koyup, kalan karışımı dağıtın. Ocağın geniş gözünde kısık ateşte, altını kontrol ederek pişirin. Yeterince kızarınca, bir tabak ya da spatula yardımıyla ters çevirin ve kalan tereyağını böreğin altına itiverin. Tavayı biraz sallayınca yağ her yere dağılacaktır. Ben bu yüzü pişirirken, buharıyla yumuşasın diye kapak kapattım. Tercih size kalmış.


İşte sonuç bu. Börekle gözleme arası bir şey oldu. Biz çok beğendik. Dörde böldüm. Birer dilim kızımla bana, bir dilim kızımın beslenmesine, bir dilim de eşimin kahvaltısına... Eşimin dediğine göre ertesi güne kalınca da gayet güzelmiş. Böylece koca bir tepsi böreği yemekten de kurtulduk.


Denemek isteyenlere afiyet olsun diyorum. Aklıma gelmişken, bir özür notum var. Onu da yazıvereyim.  Hatırlarsanız geçen pazar sevgililer günüydü. Ben de moral amaçlı olarak, Youtube'tan Yıldız Tilbe'nin klibini paylaşmıştım. Ama telif hakkı nedeniyle video kaldırılmış. Yani videoya tıklayınca açılmıyordu. Ben de yazımın böyle kalmasını istemedim. Ama videoyu kaldırmayı da beceremedim. Bu yüzden, bir çare buluncaya kadar yazımı taslaklara attım. Tabii böyle olunca değerli yorumlarınızı da kaldırmış oldum. Hepinizden özür dilerim. Huzurlu bir pazar geçirmeniz dileğiyle...

18 Şubat 2016 Perşembe

Yine Terör


Yine terör... Yine yitip giden canlar... Dün saat 18.30 civarı, tam da yeni bir yayın hazırlamak için bilgisayarımın başına oturmuştum. Birkaç dakika sonra, çalan telefonla irkildim. Eşim Kızılay'da işten eve dönmek için servise binmişti. Çabuk dedi, televizyonu aç. Çok büyük bir patlama oldu. Her yerde ambulanslar var... Hemen açtım televizyonu ve alev alev yanan servis araçlarını gördüm. Eyvah dedim, eyvah...



Yine masumlar canından oldu, yine evlere kor ateşler düştü... Sabah sevdikleri tarafından işe gitmek üzere uğurlandılar. Ama ölüm onları, sevdiklerine kavuşmak için çıktıkları eve dönüş yolunda buldu... Sonra birden kardeşim geldi aklıma. Eğer işten eşi alırsa, genellikle o yolu kullanırlardı. Bu kez kendi kardeşim için eyvah dedim... Hemen telefona sarıldım. Biraz zor olsa da sonunda ulaşmayı başardım. Orada değildi. Çok şükür orada değildi. Ama ya orada olanlar... Canlarını kaybedenler... Yaralananlar...

Saldırıda hayatlarını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı ve yaralananlara acil şifalar diliyorum.

Ankara ya da yurdun herhangi bir yeri... Yeter artık... Bitsin bu terör. Sokağa çıkarken eve dönebilecek miyiz tedirginliği, bugün kaç şehidimiz var korkusu, acaba yine ne oldu endişesi bitsin artık... Huzur istiyoruz... Sokakta korkusuzca dolaşmak istiyoruz... Terörü lanetliyoruz...

1 Şubat 2016 Pazartesi

Sevimli Yiyecekler



Merhabalar! Yarıyıl tatilinin ikinci haftasına girdik. Zaman nasıl da hızla akıp gidiyor. Çocuklar evdeyken kahvaltılara, yemeklere daha bir özen gösteriliyor değil mi? Sonuçta okula yetişme telaşı yok. Biz de kızımla internetten sevimli yiyecekler bulup denemeye karar verdik. 

İlk olarak ahtapot sosis yapalım dedik. Ben bu tür yiyecekleri evde bulundurmak istemiyorum. Ancak çok ender olarak, bildiğimiz markaların ürünlerini tükettiğimiz oluyor. Bu ahtapotlar çok eğlenceli ve kızım özellikle kendisi hazırlamak istedi. Tabii sosisleri ben pişirdim. Ama geriye kalan her şeyi kızım yaptı.




İşte internetten bulduğumuz birkaç sevimli yiyecek daha...



http://www.meetthedubiens.com/2013/08/cute-meal-idea-a-ladybug-b-l-t-sandwich.html




https://blogof.francescomugnai.com/2013/04/35-amazing-examples-of-fun-food-for-kids-and-you-too/



http://playingwithfoodblog.blogspot.com.tr/2011/09/in-garden.html?m=0


















https://blogof.francescomugnai.com/2013/04/35-amazing-examples-of-fun-food-for-kids-and-you-too/



http://www.cutoutandkeep.net/projects/jellyfish-on-my-plate


Ne kadar sevimliler değil mi? Özellikle de küçük çocukların çok ilgisini çekeceğine inanıyorum. Denemek isteyenlere kolay gelsin. Miniklere de afiyet olsun...

Görüşleriniz Benim İçin Değerlidir!

Zaman ayırıp, yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Yorumlarınız onaylandıktan sonra görüntülenecektir. Reklam ve hakaret içeren yorumları yayınlamıyorum. Düşüncelerinizi bekliyorum...