24 Mart 2015 Salı

Açıklamalı Kolay Bebek Yeleği



Merhabalar! Bugün size çok basit bir bebek yeleği anlatmak istedim. Bu yeleği Derya Baykal'ın programında Zerrin Hanım anlatmıştı. Eminim çoğunuz zaten biliyordur. Kız çocukları için pek çok seçenek varken, erkek çocuklarına bir şeyler bulmak zor oluyor. Bu model erkek bebekler için ideal. Aslında kurdelelerle süsleyip, kız çocuklarına ören arkadaşlarım da oldu. Açıkçası öyle de çok güzel oluyor. Ben de daha önce iki tane örmüştüm. Bunu da komşumun yeğeni için ördüm ve henüz görmeyenler için burada da paylaşmak istedim.




Yeleğimiz bu...Bebe yünü ve 3,5 numara şiş kullanıyoruz. Örmeye arka taraftan başlıyoruz. 62 ilmek atıp, 62 diş haraşo örüyoruz. Sonra 21 ilmek haraşo örüp, yaka için 20 ilmek kesiyoruz ve diğer omuz için 21 ilmeği haraşo örüyoruz. İlk ördüğümüz 21 ilmeği başka bir şişte beklemeye alıyoruz. Önce sol tarafı tamamlarsak, daha sonra ilik yerlerini ayarlamak daha kolay olur. En son ördüğümüz 21 ilmeği, 20 diş haraşo olana kadar örüyoruz. 21. dişe başlarken,10 ilmek haraşo, 1 ilmek düz örüp; şişin üzerine 1 kez ip dolayarak arttırma yapıyoruz. Sonra yine 10 ilmek haraşo örerek sırayı tamamlıyoruz. Arttırdığımızda oluşan delikler 16 tane olana kadar, bu şekilde arttırarak örüyoruz. Daha sonra arttırmayı bırakarak; arkayla aynı boya gelene kadar örüp, ilmeklerimizi kesiyoruz. Şişte beklettiğimiz diğer tarafı da aynı şekilde örüyoruz. Yalnız attırmayı ters tarafta yapmayı ve ilik açmayı unutmuyoruz :) Sonra yeleğin yanlarını gizli dikişle dikerek bitiriyoruz.

İşte yeleğin açık hali...




Örmek isteyenlere şimdiden kolay gelsin...

22 Mart 2015 Pazar

Bir Yastık Kılıfı Daha Diktim



Merhabalar! Bir yastık kılıfı daha diktim. Geçen sefer diktiğim kılıfın kumaşından artmıştı. Bu seferki kılıfı biraz daha farklı yapayım dedim. Yine bitmişi 50*70 olacak şekilde biçtim. Kılıfı diktikten sonra açık tarafı hariç, 5'er cm işaretleyip sabunla çizdim. Sonra kumaşın yüzünden, işaretlediğim yerlerin üzerinden düz dikiş geçtim. Böylece daha süslü bir kılıfım oldu. Üstelik bu sefer, yastığın üzerine kapanan kapak kısmını da dikişler gözükmeden dikebildim.




Yalnız bu sefer bir sorunla karşılaştım. Ama nedenini ve nasıl çözeceğimi bulamadım. Geçenlerde makinemle havlu kenarı bastırmıştım. Bunu yaparken makinem düzgün dikmemeye başladı. Tozlanmış olabileceğini düşünüp, makinenin fırçasıyla tozunu da aldım. Ama makinem dikerken kumaşı büzüyor. Ve üst dikişler iplik tansiyonu fazla gelmiş gibi gergin oluyor. Kumaşın üzerinde alttaki iplikler gözüküyor. Daha önce aynı kumaşı tansiyon ayarı 4'deyken dikmiştim. Hiçbir sorun olmamıştı. Ben her ihtimale karşı tansiyon ayarını 3,2,1 hatta sıfıra getirip denedim. Ama sonuç değişmedi. İpliği yeniden takıp çıkarttım ve doğru taktığımdan emin oldum. Ama yine olmadı. İğnede sorun olabilir dedim. Onu da değiştirdim. Ama fark etmedi. Alt dikişte sorun olmamasına rağmen masurayı bile çıkartıp, yeniden taktım. Olmadı, olmadı...

Ben bu işe bir çare bulamadım. Teknik servise götürmeyi düşünüyorum. Dikiş bilen arkadaşlarıma sormak istiyorum. Benim düşünmediğim bir şey olabilir mi? Daha önce başınıza böyle bir şey geldi mi? Şimdiden teşekkür ediyorum. Sonuçtan sizleri haberdar edeceğim...

NOT: Burada bir dipnot vermek istedim. Yorumlara sonucu yazdım ama belki herkes yorumları okumuyordur dedim:) Makinemde havlu kenarı kıvırmıştım. Sorunlar ondan sonra başlamıştı. Meğer havlu kalın gelmiş ve makinenin ayarlarını bozmuş. Teknik servise eşim gitmişti. 90 numara iğneyle dikmiştim. Daha kalın bir iğne kullansın demişler. Ama ben havlulardan uzak duracağım sanırım...

20 Mart 2015 Cuma

Saymaya Devam



Soğuk bir Ankara sabahından günaydın demek istedim. Ara ara diyet günlüğüme yazacağımı belirtmiştim. Öncelikle söylemem gereken şey, diyete başlamadan önce mutlaka bir doktorla görüşmeniz gerektiği. Çünkü bilmediğiniz bir rahatsızlığınız olabilir ve siz bu yüzden boşa kürek çekersiniz. Tahlillerinizi yaptırın ve ondan sonra yola çıkın. 

Daha önce Ayça Kaya'nın Sayarak Zayıfla kitaplarıyla 16 kilo verdiğimi burada anlatmıştım. Ama tatlı isteğimi bir türlü yenemiyordum. Sonunda ben de doktora gittim ve insülin direncim olduğunu öğrendim. Tabii hemen ilaca başladık ve beni bir diyetisyene yönlendirdi. Kendisine elimde uyguladığım kitaplarım olduğunu söyledim. Gayet güzel ama senin kilon çok fazla, diyetisyene gidersen daha disiplinli olursun dedi. Düşününce haklı buldum. Aynı hastahanedeki bir diyetisyene başvurdum. 

Karşılıklı konuştuk ve sonuç olarak Ayça Hanım'ın sayma yöntemiyle devam ediyoruz. Yani elimde hazır bir listem yok. Ayça Hanım'ın kitabında 5333 sayısı alınması gereken gıdaların porsiyon miktarını anlatıyor. Yani bir günde tahıl grubundan 5 porsiyon, et grubundan 3 porsiyon, süt grubundan 3 porsiyon, meyve - sebze grubundan da 3 porsiyon tüketebiliyorsunuz. Tüm bu yiyecekleri bütün güne yayarak tüketmeniz gerekiyor. Kitap, sağlıklı yaşamak isteyenler için gerçekten çok güzel bir kaynak.

İşte size örnek bir kahvaltı tabağı... Yalnız önce diyetisyenin kiloma göre porsiyonları arttırdığını söylemeliyim. Bana tahıl grubundan 6 porsiyon verdi. Ki bunun içine her türlü çorba, makarna, pilav, bakliyat, hatta sebze olarak bildiğim yer elması bile dahil. 8 porsiyon protein, 2 porsiyon süt grubu, 3 porsiyon da meyve verdi. Yağsız olmak kaydıyla domates, salatalık ve her türlü yeşillik serbest. İnsülin direncim olduğu için her türlü tatlı, bal. pekmez, beyaz un, beyaz ekmek yasak... 


Diyetisyenle porsiyonları şöyle ayarladık...Ekmeği sabah, öğlen ve akşam olmak üzere 3'e dağıttık. Dilimlerimiz fotoğraftaki gibi olacak. Tabii çorba içersem, ya da tahıl grubundan başka bir şey yersem o öğünde ekmek yemeyeceğim. Proteinimin 2 porsiyonunu sabah alıyorum. İster hepsini peynir olarak, ister bir peynir, bir yumurta olarak yiyebiliyorum. Bu sabah böyle tercih ettim. Yanında da yağ grubundan 5 adet zeytin veya 2 tam ceviz yiyebiliyorum. Ben genellikle ceviz tercih ediyorum. Yanında şekersiz olmak kaydıyla yeşil çay, çay ya da bitki çayı içebiliyorum. Çaydan bir vazgeçebilsem kansızlıktan kurtulacağım...

Öğlen 3 adet köftem, 2 dilim ekmeğim, 4 kaşık sebze yemeğim ve daha önce burada tarifini verdiğim yeşil elmalı pancar salatam var. İşte salata bu. Mutlaka tavsiye ederim. Akşam yemeğim de yine aynı şekilde. Yalnız bu sefer kıvırcık salatası olacak. Sanırım ara öğünlerimden bahsetmedim. Sabah ve öğlen yemeği arasında 1 bardak süt ya da yoğurt ve bir meyve. İkindide aynı şekilde. Akşam da bir meyve...


Peki bir haftalık sonuç ne mi? Akşamüstü diyetisyenin tartısı ne diyecek bilmiyorum ama, benim tartım 2 kilo verdiğimi söylüyor. Genellikle ilk verilen kiloların sudan gittiği söylenir. Ama ben zaten bu şekilde besleniyordum. Yalnız tatlı kaçamaklarım oluyordu. Hatta diyetisyenim porsiyonlarımı arttırdığı için kilo verememekten korkuyordum. Tabii her gün doktorumun önerdiği kadar yürüyorum. Hareket etmeden bu iş olmuyor. 

Yine uzun bir yazı oldu. Ama ben geçen yıl asla zayıflayamam, böyle öleceğim dediğim bir noktada Ayça Hanım'ın kitaplarıyla tanıştım. Yeniden başlamaya karar verdim. Yazımı okuyanlara da umut aşılamak istiyorum. İstersek yapabiliriz. Obez olmak kaderimiz değil. Ayça Hanım'ı izleyenler bilir. O kilo verdim diye sevinmeyin, veremedim diye de üzülmeyin; her gün yeniden başlayın der. Her gün yeni bir şans. Sağlıkla kalın...






18 Mart 2015 Çarşamba

Çanakkale Zaferi'nin 100. Yılı Kutlu olsun





                                       Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
                                       Bu toprak bir devrin battığı yerdir.
                                       Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
                                       Bir vatan kalbinin attığı yerdir!

Merhabalar! Yazıma Necmettin Halil Onan'ın Dur Yolcu şiirinden alıntı yaparak başlamak istedim. Bu gün Çanakkale Zaferi'nin 100. Yıldönümü. Savaşla ilgili pek çok film çekildi, kitaplar, şiirler yazıldı. Ama ben, bu zaferin nasıl kazanıldığını anlamak için mutlaka o topraklara gitmek gerek diyorum.

Ben şanslıyım. Ailemle 2001 yılında oraları gidip görebilmiştim. Ne yazık ki bütün fotoğraflar annemlerde olduğu için, ben internetten bir fotoğraf kullandım. Ama gördüklerimi, hissettiklerimi anlatabilirim. Hani şiirde eğil de kulak ver diyor ya; işte öyle bir yer orası. Bastığınız her yerde sanki bir şehit yatıyor. Yerin altından uğultular geldiğini hissediyorsunuz. Bu gün bile anlatırken tüylerim diken diken oluyor, gözlerim doluyor...

Siperler birbirine o kadar yakın ki...O bölgede pek çok müze var. Mutlaka müzeleri de gezin. Havada çarpışmış ve birbirine yapışmış mermileri gözümle gördüm. Ve öyle bir iki tane değil; yüzlerce var o mermilerden. Hep anlatılırdı. Ama gözümle gördüğümde, orada nasıl bir cehennem yaşandığını kestirebildim. Kanlı gömlekler, mektuplar, kurşun geldiği için delinmiş miğferler, her iki tarafa ait özel eşyalar... Anlatmakla olmaz, mutlaka gidilip görülmeli. En önemlisi değeri bilinmeli... Bir kahramanlık destanı olarak dinlediğimiz bu savaştan ders alınmalı... Bir daha o günleri yaşamamak için...

Son olarak Çanakkale Zaferi'nin 100. yılı kutlu olsun diyor ve Şehitlerimiz'i saygıyla anıyorum...

17 Mart 2015 Salı

Bahar Gelmiş Gibi mi Yapıyor?



Merhabalar! Kilo verme çabalarım doğrultusunda, düzenli olarak yürümeye çalışıyorum. Bu gün hava çok güzeldi. Güneş gülen yüzünü cömertçe sergiliyordu. Yürürken ağırlık yapmasın diye fotoğraf makinemi yanıma almamıştım. Sonuçta yürüdüğüm yer mahallemin civarıydı. Doğada yürüyemediğim için, ilginç bir şey görmem diye düşünmüştüm. 

Ama azıcık güneşi görüp, tomurcuklanan ağaçları görünce dayanamadım. Cep telefonuyla da olsa fotoğraflarını çekip yayınlamak istedim. Yarını bekleyemezdim. Çünkü bu akşamdan itibaren hava soğuyacak ve karla karışık yağmur gelecekmiş. Hatta kar bile olabilir deniyor. Ankara'nın ayazı da meşhur zaten. Umarım ağaçları don vurmaz...

Fotoğrafların kusuruna bakmayın. Dediğim gibi cep telefonuyla çektim.



Bu kedicik de güneşin tadını çıkartıyordu. Aslında ben de çimlerin üzerinde yuvarlanmak istedim...



Mısır patlağı gibi görünmüyorlar mı? :))





Ve meteoroloji haklı çıkacak sanırım. Bahar gelmiş gibi yapıp kaçacak gibi görünüyor. Akşam kızımı almaya giderken hava oldukça soğumuştu. Eh ne yapalım bekleriz biz de...

15 Mart 2015 Pazar

Juliet'e Mektuplar ( Letters to Juliet ) - İzledim



Merhabalar! Bu hafta sonu için biraz geç kalmış bir yazı oldu sanırım. Ama ben de bu filmi geç fark ettim. Yine elimdeki filmlerden birinde fragmanına rastlamıştım. Oldukça ilginç gelmişti ve o zamandan beri aklımdaydı. Kısmet bu güneymiş...



İnternette aradığınızda Aşk Mektupları olarak da karşınıza çıkabiliyor. Kahramanımız Sophie, yazar olmak istemesine rağmen; yazarlar için hikaye dedektifliği yapıyor. Nişanlısı ise, işine fazla düşkün bir aşçı ve yakın zamanda kendi lokantasını açmak üzere. Lokanta açılmadan önce nişanlısıyla birlikte İtalya'ya erken balayı tatiline çıkıyorlar. Fakat Sophie romantik bir tatil beklerken; nişanlısı İtalya ziyaretini iş görüşmeleri ve gezileriyle dolduruyor. Sophie tek başına dolaşırken, bir duvarın önünde ağlayarak mektup yazan kadınlara rastlıyor. Duvarın yanında da meşhur Romeo ve Juliet'teki Juliet'in heykelini görünce daha da meraklanıyor. O sırada gelen bir kadının mektupları topladığını görüyor ve onun peşine takılıyor. Orada başka kadınlarla da tanışıyor. Onların kendilerini Juliet'in sekreterleri olarak adlandırdıklarını ve topladıkları bu mektuplara tek tek cevap yazdıklarını öğreniyor. Onlarla birlikte zaman geçirmeye başlıyor. Bir gün duvardaki mektupları toplarken, duvardan bir taş düşüyor. Sophie, oyukta elli yıl önce yazılmış bir mektup buluyor. Mektubu okuduklarında hepsi çok heyecanlanıyorlar. Sophie bu mektuba cevap yazmak istiyor. Cevabı yazdıktan bir hafta sonra karşısında soğuk, kibirli ve lafını esirgemeyen bir adam buluyor. Adam O'nun mektubu yüzünden, büyükannesinin kalkıp buralara geldiğini ve böyle bir şey yapmaya hakkı olmadığını söylüyor. Ama Sophie yılmıyor. Mektubu yazan bayanla görüşmeyi başarıyor. Üçü birlikte büyükannenin eski aşkını aramaya başlıyor...

Eğer romantik filmlerden hoşlanıyorsanız mutlaka izlemenizi öneririm. Harika müzikler ve güzel manzaralar eşliğinde, zaman zaman güleceğiniz, zaman zaman duygulanacağınız bir film. Şimdiden iyi seyirler diliyorum...

13 Mart 2015 Cuma

Yağmur Sonrası - Sarah Jıo



Merhabalar! Sarah Jio'nun kitaplarını çok seviyorum. Daha önce Mart Menekşelerini okumuştum. Şu anda, Agapi hariç tüm kitapları var bende. Ama henüz diğerlerini okumadım. Garip bir takıntı yaptım :) Geçen yıl, Mart Menekşelerini okumak için mart ayını beklemiştim. Böğürtlen Kışı da mayıs ayında geçiyor. Ben de mayıs ayında okumayı planlıyorum.



Gelelim Yağmur Sonrasına... Yazar yine geçmiş zamanla, günümüzü harmanlamış. Kitap günümüzde başlıyor. Kahramanlarımızdan Anne aldığı bir mektupla 1940'lı yıllara, 2. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı anılara gidiyor. Kitabın büyük bir kısmı bu yıllarda geçiyor. 

Anne ve Kitty hemşirelik okulunu yeni bitirmiş ve Seattle'deki evlerine dönmüşlerdir. İkisi de toplumda belli bir yeri olan ailelere mensupturlar. Anne, aileden bankacı olan Gerard Godfrey ile nişanlanmak üzeredir. Godfrey ailesi oldukça zengin ve her genç kızın gelin gitmek isteyeceği bir ailedir. Gerard ise Anne'i deli gibi sevmektedir. Oysa dadısı ve arkadaşıyla yaptığı konuşmalardan sonra Anne'in aklı karışmıştır. Bu sırada Savaş iyice kızışmıştır. Anne ile Kitty hemşire olarak Bora Bora Adası'na gitmeye karar verirler. 

Kitabı okumayanlar için bundan sonrasını anlatmak istemiyorum. Ancak şu kadarını söylemeliyim ki, ben kitabı çok beğendim. Oldukça sürükleyiciydi. Geçmişte de, günümüzde de insanı meraklandıran; biraz daha okumalıyım, acaba ne olacak dedirten bir kurgu vardı.

                                                              ARKA KAPAK

II. Dünya Savaşı'nın tam ortasında yaşanan yasak aşk
ve işlenen korkunç bir cinayet...

Umut tükenmiş gibi görünse de ikinci şans her zaman vardır...
Ya yoksa?

Anne Calloway ne kadar çabalasa da yetmiş yıldır peşinden gelen anıları
bir türlü aklından silemiyordur. Bora Bora Adası'ndan adına gelen gizemli 
bir mektup ise adete kapanan yarasını yeniden açar.

1942 yazında, II. Dünya Savaşı'nın en hararetli zamanında Bora Bora 
Adası'nda görev almak için orduya hemşire olarak katılan Anne, genç,
güzel ve nişanlı bir kadındır. Ancak orada hiç hesap etmediği bir
durumla karşılaşır. Aşk... Kalbini tutkuyla dolduran, yakışıklı asker
Westry Green'e karşı koyamaz. Kısa sürede aşkları, adadaki amber
çiçekleri gibi filizlenirken, sazdan çatısı olan bir bungalovun altında gizli
bir dünyayı paylaşırlar. Ta ki bir gece tüyler ürperten bir cinayete şahit
olana kadar...Savaş rüzgarıyla ayrı yerlere savrulan çift, bir daha asla bir
araya gelemez. Peki Anne, onca sene sonra çıkagelen bu  mektubun
izinden gidip taşıdığı vicdan azabını sonlandırabilecek midir?

Ya siz, araya zaman, mekan, kişiler girse de gerçek aşkın peşinden
gitmeye cesaret edebilir misiniz?

Mart Menekşeleri ile gönüllere taht kuran Sarah Jio'dan muhteşem bir 
başyapıt... Yağmur Sonrası ile tutkunun zaman tanımayan öyküsünü
okurken, gözyaşlarınıza hâkim olamayacaksınız.


''II. Dünya Savaşı'nda Pasifik'in tam ortasında kalan, yürek burkan
muhteşem bir aşk hikayesi.''

Kristin Hannah

Kitabı bitireli birkaç gün oldu. Hatta yeni kitabımda da bayağı ilerledim. Buna rağmen, Yağmur Sonrası'nın etkisinden kurtulamadım diyebilirim. Neyse, ben şimdi örgümü ve çayımı alıp gidiyorum. Sizlere de keyifli okumalar diliyorum...

11 Mart 2015 Çarşamba

Bahar Yorgunluğu Demeyin...


Merhabalar! Birkaç gündür bloğumu başıboş bıraktım. Bir süredir kendimi sürekli yorgun hissettiğimden, hiçbir şey yapmak istemediğimden söz ediyordum. Bahar yorgunluğudur diyordum. En önemlisi, diyetimi de diyet günlüğümü de ihmal etmiştim. Sonuç birkaç kilo olarak geri döndü tabii. 

Aslında üç yıl önce diyetisyene giderken yaptırdığım tahlillerde insülin direncim olduğunu öğrenmiştim. Zaten yaptığım diyetlerde başarısızlığa uğramam da bu yüzdenmiş. Ama, daha sonra bu konuyla ilgili olarak bir doktora gitmedim. Sonunda, bu böyle gitmez diyerek bir iç hastalıkları uzmanına başvurdum. Tahlillerdi, gel, git derken neyse ki önemli bir şeyim olmadığını öğrendim. Sadece kansız kalmışım. Aman bahar yorgunluğudur deyip geçiştirmeyin. Çünkü ben öyle ihmal etmişim ki, demir depolarım boşalmış. Neyse, şimdi midem yüzünden o hapları yutamadığım için iğne olacağım :(

Gelelim insülin direcine... Şansım varmış ki; şeker hastalığına dönüşmemiş henüz. Doktorum bir ilaç verdi. Onu içmeye başladım. Açıkçası mideme çok dokundu, ağzım zehir gibi acı. Ama tüm bunlara rağmen ben mutluyum. Çünkü artık yemekten sonra tatlıııı, tatlıııı diye krize girmiyorum. Siz siz olun aşırı kiloluysanız, ailenizde şeker geçmişi olan birileri varsa, canınız sürekli tatlı istiyorsa ve açlık atakları geçiriyorsanız mutlaka bir doktora görünün. İnsülin seviyenizin ölçülmesini isteyin. Ben bu güne kadar neden yapmadım diye üzüldüm açıkçası. Şimdi sayarak zayıflamaya devam. Nasıl mı? Onu da anlatacağım...


8 Mart 2015 Pazar

Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun



Merhabalar! Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Pek çok erkek, hadi oradan ya da niye erkek günü yok diye dalga geçiyor. Ama durup düşünülmesi gerekiyor bence...

Her gün töre cinayetlerinin işlendiği, kadınlarımızın hunharca öldürüldüğü, kızlarımızın çocuk yaşta evlendirildiği bir ülkede yaşıyoruz. Çoğu kadın, üniversite mezunu olsa bile; çevresindeki erkeklerden fiziksel ve - veya psikolojik şiddet görüyor.

Elbette bilinçli erkekler çoğunlukta. Onlara yürekten teşekkür ediyoruz. Niyetim buradan erkeklere saldırmak falan değil tabii ki. Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız hunharca cinayetlerin üzüntüsüyle bir iki kelime karalamak geldi içimden o kadar... 



Umarım tüm anneler evlatlarına kadınlara değer vermeyi öğretebilirler. Kadınlar değer verilmeyi hakediyorlar. Bu gün Atatürk gibi bir evlat yetiştirmiş Zübeyde Hanım'ın fotoğrafını kullanmak istedim. Tabii ki fotoğrafı internetten buldum. Artık kadınların daha iyi şartlarda yaşamasını dileyerek Dünya Kadınlar Günümüzü kutluyorum... 

6 Mart 2015 Cuma

Sonunda Bitti...



Merhabalar! Sonunda kızıma ördüğüm elbise bitti... Öyle örnekli, zor bir şey de değildi ama süründü elimde işte... Üstelik rengarenk ipi yüzünden çok da severek ördüm. Araya başka işler girdi, bileğimdeki sorun yüzünden öremediğim zamanlar oldu. Ama kış bitmeden bitti neyse ki...


İşte elbise bu... Bir dergide görmüştüm. Kızıma büyüterek örmek istedim. Oradaki, düz renk bir ipten örülmüştü. Ben Nako Vals ve 4,5 numara şiş kullandım. Orijinal modelde kemer yoktu. Onun yerine önde iki adet cep vardı. Ama desenli ipte cepler belli olmayacaktı. Cepsiz de gözüme çok boş göründü. Ben de ipi birkaç kat yaparak, böyle kordondan bir kemer yaptım.

Etek ucundan başlanıyor. 5 ilmek düz, 5 ilmek ters olarak üç kez tekrarlanıp, düz örgüyle devam ediliyor. Orijinal modelde arttırma eksiltme yapılmadan dümdüz örülüyordu. Ben etek ucunu 110 ilmek başladım, kızımın bedenine göre ara ara eksilterek devam ettim.



Koltuk altına gelince her iki taraftan da 30 ar ilmek atarak kolları yaptım. Kızım yün elbiseleri uzun kollu sevmiyor. Ben de içine uzun kollu bir penye giydiriyorum. Gerçi model zaten kısa kolluydu. Omuzlarda dikiş olmasını istemediğim için; ön yüzde yaptığım işlemlerin tam tersini yaparak arkaya devam ettim.


Yaka için 30 ilmek kestim. Sonraki sırada 30 ilmek atarak kayık yaka yaptım.



Omuzları kesmeden örmek biraz zor oldu. Örgü büyüdükçe ağırlaştı. Bileğime baskısı arttığı için daha az örebildim. Bu arada, arka etek ucuna kız kardeşimin de eli değdi :) Örmek isteyenlere kolay gelsin. Fikir benden, süslemesi sizden. Görüşmek üzere...

4 Mart 2015 Çarşamba

Mucizeler Atölyesi - Valérie Tong Cuong



Merhabalar! Bugünlerde üzerimde bir tembellik var ki sormayın...Bahar yorgunluğu olsa gerek diye düşünüyorum. Bu kitabı bitireli bir haftadan fazla oldu. Hatta yeni okumaya başladığım kitap bile bitmek üzere. Ama ben bir türlü burada paylaşmayı beceremedim. Lafı fazla uzatmadan, size kitaptan söz etmek istiyorum.



Kitap dibe vurmuş, her şeylerini kaybetmiş ya da kaybettiğini düşünen üç insanın hikayesiyle başlıyor. Ailesiyle arasında sorunlar olan ve yalnız yaşayan Millie, oturduğu apartmanda çıkan bir yangınla her şeyini kaybeder. Yangının paniğiyle kendisini pencereden aşağıya atar. Şans eseri hayatta kalır ve komşuları dahil onu tanıyan kimse yoktur. Milli'yi derinden etkileyen ve ailesiyle arasındaki uçuruma neden olan bir sırrı vardır. Biz bu sırrı ancak kitabın sonlarında öğreniyoruz. Mösyö Mike, iri kıyım eski bir paralı askerdir. Yaşadığı şeylere dayanamayarak, sözleşmesi bitmeden askerliği bırakmıştır. Bu nedenle eşi O'nu evden kovmuştur. Geçmişi yüzünden iş de bulamamıştır. Mösyö Mike da hayatını sokaklarda sürdürmeye başlamıştır. Bir gün kalacak yer kavgası yüzünden saldırıya uğrar ve gözlerini hastanede açar. Başlangıçta Mösyö Mike'ın anlatıldığı bölümlerde argo kelimeler var. Bu beni biraz rahatsız etti. Ama sonuçta sokakta yaşayan bir adamın, kibar kibar konuşması beklenemez değil mi? Öğretmenlik yapan Mariette ise eşinin baskılarından, aşağılamalarından. çocuklarından ve özellikle de işi ve öğrencilerinden bunalmıştır. Bir gün en azılı öğrencisini tokatlar ve çocuk merdivenlerden yuvarlanır. Politikayla uğraşan eşi bu skandaldan kurtulmak için Mariette'i bir kliniğe yatırır. 

İşte tam bu sırada üçünün hayatı da Mucizeler Atölyesi'nde kesişir. Jean adında esrarengiz bir adam, Onları Mucizeler Atölyesi'nde iyileştirmeyi vadetmektedir. Burası önce biz sana yardım edelim, zamanı geldiğinde de sen bize yardım et mantığıyla çalışan bir hayır kurumudur. Kahramanlarımızın burada geçirdikleri zaman hayatlarını değiştirir. 

Ben bundan fazlasını anlatmak istemiyorum. Genel olarak kitabı beğendiğimi söyleyebilirim. Ancak, sanki kitap biterken bir şeylerin havada kaldığı düşünülmüş ve alelacele bir bölümle sonuca ulaşılmış gibi bir hisse kapıldım. Sonuç bölümü bana, ne oluyoruz şimdi dedirtti. Ama buna rağmen akıcı ve çabucak okunabilen bir dile sahip. Her şeyden önce kendimize güvenerek tüm zorlukların üstesinden gelebileceğimizi anlatan bir roman. Özellikle de kitabın kapağında yer alan '' hiçbir yaranın kabuğu diğerine benzemez'' sözü gerçekten çok hoşuma gitti.

                                                                 ARKA KAPAK


Fransa'da küçük bir kıvılcım olarak başlayan,
ardından birçok Avrupa ülkesini büyüleyen,
rüzgarıyla sizi de saracak bir roman


Millie'nin hayatı bir gece alt katta çıkan yangınla altüst olur.
Kendisini dışarı atmadan önce yangından hangi eşyalarını
kurtarması gerektiğini düşünür. İşte o sırada, manevi değeri
olan hiçbir eşyasının olmadığını, ne bir anısının, ne de haber
verecek kimsesinin olduğunu anlar.

Bir lisede öğretmenlik yapan Mariette, kendisini sürekli suçlayıp
aşağılayan kocası ve sorunlu öğrencileri arasında sıkışıp kalmış
bir kadındır. Haftada iki kez gittiği psikiyatrist de sorunlarına çözüm
bulamaz. Sabrının taştığı bir gün öğrencisine sert bir tokat atıp
merdivenlerden tehlikeli bir şekilde düşmesine neden olur.

Mike karısından ayrılıp artık sokaklarda yaşamaya başlamıştır.
Bu duruma gelmesinin sebebi olan eski karısını ne kadar çok
düşünürse o kadar çok acı çekeceğinin farkındadır. Tek korkusu
sundurmasına sığındığı apartman sakinlerinin onu kovma ihtimalidir.

Kendilerini aşılamaz bir duvarın dibinde gören, zorlukların girdabında
çaresizce dönüp dolaşan Mariette, Millie ve Mike'ın hayatı, günün
birinde, Jean adında esrarengiz bir adamın açtığı Mucizeler
Atölyesi'nde kesişir. Parçalanmış ruhları atölyesinde tamir ederek
eski mutlu günlerine dönmelerini sağlayan Jean'ın sırrı neydi?

Hepinize güzel bir gün diliyorum. Keyifli okumalar...

1 Mart 2015 Pazar

Yalancı Tavuk Göğsü



Mart Ayının ilk gününden merhabalar! Baharı, özellikle de yazı çok özledim. Zaman su gibi akıp geçse de her mevsimin kendine göre bir güzelliği var. Gerçi mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır sözünü de unutmamak gerek. Umarım herkes için güzel bir ay olur...

Dün annem, kız kardeşim ve bıcırık yeğenim bizdeydiler. Akşam da kız kardeşimin eşi geldi. Epeydir böyle uzun uzun vakit geçirememiştik. Bence çok güzel bir gündü. Yemeğin üzerine yemek için yalancı tavuk göğsü yaptım. Evlenmeden önce sık sık yaptığımız bu tatlıyı yıllardır yapmadığımı farkedince, belki benim gibi unutanlar vardır diye hatırlatmak istedim.



MALZEMELER :

1 paket margarin ( yarım paket kullandığınızda da gayet güzel oluyor),
1 su bardağı un,
1 su bardağı şeker,
1 litre süt,
İsteğe göre damla sakızı ya da vanilya


YAPILIŞI :

Yağı eritip, unu ekleyin ve pembeleşinceye kadar kavurun. Sonra çırpıcı telle karıştırarak sütü ve şekeri ekleyin. Kısık ateşte karıştırarak pişirin. Dilerseniz ateşten indirmeden önce içine biraz vanilya ya da bir parça damla sakızı ekleyebilirsiniz. Muhallebinizi ateşten aldıktan sonra mikserle 3 ya da 5 dakika kadar çırpın. Yayvan bir kaba döküp, buzdolabında soğutun. Ben genellikle bir gece önceden hazırlıyorum. Daha sonra dilimleyip servis edin. Üzerine tarçın çok yakışıyor. Hindistan cevizi ya da sevdiğiniz başka bir şey de dökebilirsiniz.

Hepinize güzel bir gün geçirmenizi diliyorum...

Görüşleriniz Benim İçin Değerlidir!

Zaman ayırıp, yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Yorumlarınız onaylandıktan sonra görüntülenecektir. Reklam ve hakaret içeren yorumları yayınlamıyorum. Düşüncelerinizi bekliyorum...