7 Nisan 2019 Pazar

Paris'ten Çiçeklerle - Sarah Jio



Merhabalar! Bugünlerde buraya daha sık uğrayabildiğim için mutluyum. Tabii ki, kitap okumaya biraz daha fazla zaman ayırabildiğim için de... Bunda bileğimdeki sorun yüzünden bir süredir örgü öremememin de rolü büyük. Bu yazıyı da bileklik ile yazıyorum. Ama ben kaşındım, amigurumi örmeye çalışmayacaktım... Sonuç olarak, bu aralar daha çok kitap okuyup, daha çok film izliyorum.



Sarah Jio da en sevdiğim yazarlardan biridir. Özellikle, romanlarının iki ayrı dönemde geçmesi  ve karakterlerin bir şekilde birbiriyle ilintili olması çok hoşuma gider. Bu kitapta da iki ayrı zaman diliminde Paris'te yaşayan kadınların öyküleri anlatılıyor. 

Celine 1943 yılında Alman işgali altındaki Paris'te babası ve kızı Cosi ile yaşamaktadır. Çok sevdiği eşini yıllar önce bir trafik kazasında kaybetmiştir. Babası, anne tarafından Yahudi olduğu için oldukça tedirgindirler. Babasının çiçekçi dükkanında Almanlar'ın dikkatini çekmemeye çalışarak hayatlarını sürdürürler. Ama Nazi işgali altındaki Paris'te bu mümkün olabilir mi? 

Caroline ise 2009 Parisi'nde yaşamaktadır. Geçirdiği kazadan sonra hafızasını kaybetmiş, kim olduğunu bulmaya çalışmaktadır. Bu süreçte, sürekli gittiği restoranın sahibi Victor kendisine yardımcı olur. Caroline kimdir? Geçmişinde canını yakan şey nedir? Tabii ki, bunları anlatmayacağım, okuyun ve görün :))






ARKA KAPAK

Bu kitabı yazarken, karakterlerimin peşinden en etkileyici
kafelere, güzel balkonlara ve canım Paris manzaralarına
gittim. Bu seyahatte Montmartre'nin basamaklarına 
tırmandım, Rue de Cler pazarındaki renkli görüntülere 
hayranlıkla baktım, küçük ara sokaklardaki  gizli kafelerde
espresso yudumladım. Hepsi unutulmazdı.

Ama bu hikaye, çikolatalı kruvasanlardan ve bir bahar 
günündeki Eyfel Kulesi'nden daha derinlere iniyor. Bu
hikayenin sayfaları, 1940'lı yılların savaşla yıpranmış
Parisi'nde gönül yaralarını ve travmaları ele alıyor.
Günümüzde ise direnmeyi, affetmeyi ve sevmeyi
becerebilen veya beceremeyen karakterleri.

Bu kitap, benim Paris'e yazdığım aşk mektubum.Ve belki
bir gün, bir mektup daha yazarım. Şimdilik, hayal ettiğim
bu hikayenin, karakterlerin, Paris'in her şeyinin en ince 
detayına kadar keyfini çıkarmanızı umuyorum.



Son zamanlarda okuduğum en güzel, en dokunaklı romanlardan biriydi. Sarah Jio, kesinlikle kalemini konuşturmuş. İki ayrı dönemde yaşamış karakterlerin aynı sokaklarda dolaşmaları, aynı havayı solumaları, aynı kafelere gitmeleri... Celine, Cosi ve Caroline'nin yaşadıkları zaman zaman göz yaşı dökmeme neden oldu. Kitabın son sayfasına kadar merak içinde okudum. Ara ara bazı şeyleri tahmin eder gibi olduysam da, sonuna kadar sırrını saklayan olaylar çoğunlukta idi. 

Kitabı bitirir bitirmez, başka bir kitabın sayfaları arasında kaybolmadan önce, düşüncelerimi sıcağı sıcağına aktarmak istedim. Eğer böyle kitapları seviyorsanız, hemen okumanızı öneririm. Bu hikayeden sonra başka bir hikayenin içine dalmak epey zor olacak...

24 Mart 2019 Pazar

Tozlu Rüyalar Kitapçısı - Cynthia Swanson



Merhabalar! Bugün karşınıza uzun süredir kitaplığımda bekleyen bir kitap ile geldim. Tozlu Rüyalar Kitapçısı... Aslında kitabı bitireli de bayağı oluyor. Oturup yazmak için fırsat bulamadım ne yazık ki... 

Fotoğraftaki kalbi sevgililer günü için ben örmüştüm. Ama maalesef ördüğüm son şey oldu. Yine bileğimde sorun oluştu ve hiçbir şey öremiyorum. Bu durum, daha çok kitap okumam için fırsat oldu aslında. Bir de oturup düzenli bir şekilde buraya yazabilsem...


Neyse, lafı fazla uzatmadan kitaba döneyim en iyisi... Roman 60'lı yıllarda geçiyor. Kitty'nin en yakın arkadaşı ile birlikte kurduğu küçük bir kitapçı dükkanı var. Her ikisi de evlenmemiş, kendi ayakları üzerinde duran, idealleri olan iki genç kadın... Kitty, kedisi Aslan ile birlikte yalnız yaşıyor. Çok sevdiği anne ve babası da sık sık ziyaretine geliyor. Kitty, bir sabah uyandığında kendisini başka bir evde, evli ve çocuklu olarak buluyor. Bu durum onu korkutsa da, içinde bir yerlerde huzur veriyor. Uyandığı zaman bu rüyayı arkadaşına anlatmak istese de, cesaret edemiyor. Bu rüyaları sık sık görmeye başlıyor. Zamanla rüyasındaki kocasına aşık olduğunu fark ediyor. Gerçek hayatında da onu bulmak için araştırma yapıyor. Bir süre sonra bu rüyalar tüm benliğini kaplıyor ve gerçek hayatı ile rüyalarındaki hayatı birbirine karışıyor.


Evet kendime kadife kazak başlamıştım, ama o da yarım kaldı... Bu kitap da tıpkı bir önceki yazımda anlattığım film gibi, tercihlerimizin bizim ve başkalarının hayatını nasıl etkileyeceğini anlatıyor aslında. Üstelik filme bu kitabı okurken gitmiştim. Bu tesadüf beni biraz ürküttü açıkçası...

ARKA KAPAK

Beni rüyalar aleminde bırakma. Keşkelerin
yanılsamasından beni çekip al. Buna hemen bir 
son ver. Beni hemen gerçeğe kavuştur ki sevmeyi
tekrar öğrenebileyim...

Otuz sekiz yaşındaki Kitty Miller küçük bir dairede kedisiyle
yaşamaktadır. Liseden beri en yakın arkadaşı olan Frieda'yla birlikte
küçük bir kitabevi işleten Kitty'nin ailesi, arkadaşı ve kitabevi arasında 
geçen sıradan yaşamı bir gün başka bir yerde uyandığını 
fark etmesiyle allak bullak olur.

Daha önce hiç görmediği bu ev, onun evidir yine de. Başka bir
dünyada, başka bir aileyle ve başka arkadaşlarla farklı bir yaşam... Hangi
dünyanın gerçek, hangisinin rüya olduğunu bir türlü anlayamaz. Genç
kadının gerçek hayatıyla hayali yaşamını sorgulaması arasında geçen
bir süreç başlar. Bu iki dünya arasında bocalarken de travmalarıyla,
acılarıyla ve geçmişiyle yüzleşmesi gerekir. Peki ya gerçeklerle 
yüzleşecek cesareti yoksa?


Gerçekten beğenerek okuduğum bir romandı. Akıcı dili, sürükleyici konusu ile kitabın nasıl bittiğini anlamadım. Yukarıda da dediğim gibi, tercihlerimizin hayatımızı nasıl etkileyeceği hakkında da oldukça düşündürücüydü. Kitabın bir bölümünde otizme de değinilmişti. Üstelik, 60'lı yıllarda otizmli çocukların direkt annelerinin yüzünden böyle olduklarının düşünülmesi de bana oldukça sarsıcı geldi. 

Eğer hala bu kitabı okumadıysanız, bir şans verin derim. Bol kitaplı, bol örgülü bir pazar günü geçirmenizi dilerim...

5 Mart 2019 Salı

Bir Aşk İki Hayat (İzledim)



Merhabalar! Ben kitap okumayı sevdiğim kadar, film izlemeyi de severim. Bekarken ayda iki, bazen üç kez sinemaya giderdim. Sonra evlilik, çoluk çocuk derken film keyfimi DVD izleyerek devam ettirdim. Şimdi de ara ara sinemaya gitmeye çalışıyorum. 

Geçenlerde annemler ile bir sinema programı yaptık. Annem, teyzem, kız kardeşimin kayınvalidesi ve ben... Gayet eğlenceli bir ekip olduk doğrusu. Kardeşin niye yok derseniz, O çalışıyor :) 

Bergüzar Korel'i de, Engin Akyürek'i de çok beğenirim. Aslında hepimiz beğendiğimiz için bu filmi seçtik. Açıkçası pişman da olmadık. Zaman zaman dokunaklı, zaman zaman gülümseten hoş bir aşk hikayesi idi.


Engin Akyürek, film piyasasında tutunmaya çalışan bir yönetmen. Çok tatlı bir köpeği var. Her şey bu köpeğin yürüyüşe çıkmak istemesiyle başlıyor. Köpeği yürüyüşe çıkartırsa, hayatı bambaşka bir yöne gidiyor. Ama evde kalmayı tercih ederse bambaşka bir yöne... Filmde sık sık iki hayat arasında geçişler var. Biraz dikkatli izlemek gerekiyor. Çünkü iki hikayeyi birbirine paralel olarak izlerken, bazen akıl karışabiliyor. 

Bu film bende kader kavramını düşünme isteği uyandırdı. Spoiler vermekten korktuğum için çok fazla detaya girmek istemiyorum. Aynı insanlar, aynı mekanlar... Bizim seçimimize göre farklı gelişen olaylar... Hepsi birbiriyle ilintili. Bizim seçtiğimiz ya da seçmediğimiz bir şey başkalarının hayatını da etkiliyor. 

Yalnız sinema salonu ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Biz filmi Atlantis Cinemaximum'da izledik. Ama başımıza daha önce hiç yaşamadığım bir şey geldi. Sabahki ilk seansa gitmiştik. Koltuklara oturduktan biraz sonra ıslaklık hissettik. Bir baktık ki, hepimiz sırılsıklam olmuşuz. Önce koltuklara bir şey döküldü sandık. Ama bizim tepkimizden sonra diğer sıralardan da aynı sesler yükselmeye başladı. Ne yapacağımızı bilemedik. Film de başlamak üzereydi. Kabanlarımızı katlayıp onların üzerine oturduk. Film bittikten sonra tüm koltukların ıslak olduğunu öğrendik. Yetkililerle görüşmeye gittiğimizde,  akşam salonun koltuklarının yıkandığını söylediler. Sırayla her salonun koltukları yıkanıyormuş. Anlayacağınız o gün piyango bize vurmuş. Şaka gibi... O gün yetkililere sesimizi duyuramadık. Ama buradan yazmasam içimde kalacaktı. Tamam, koltuklar yıkanacak elbette. Ama bizi de mağdur etmemenin bir yolu bulunmalıydı değil mi?

O gün bir şey daha dikkatimi çekti. Yazımın başında uzun zamandır sinemaya gitmedim demiştim. Eskiden sinema salonlarında patlamış mısır yenirdi. Evet hala yeniyor. Ama başka şeyler de yeniyor. Sağımızda, solumuzda hışır hışır poşet sesleri, çalan telefonlar arasında insanlar yakınlarıyla konuşurken, bir taraftan da börekler, hamburgerler yediler. Sanki sinemada değil de bir kafedeydik. Eskiden muhabbetine girince, kendimi yaşlanmış hissettim. Ama film izlerken insanların telefonla konuşması, börek, hatta hamburger yemesi de tuhaf geldi doğrusu...

Sonuç olarak, her şeye rağmen çok güzel bir gün geçirdim. Güzel bir film izledim. Eğer vaktiniz varsa, gidin, izleyin derim...

1 Mart 2019 Cuma

Hoş Geldin İlkbahar




Merhabalar! Bu yazıya şöyle güzel bir bahar dalı fotoğrafı yakışırdı elbette... Ama henüz burada bahar dalları açmadığı için, ben sardunyalarım ile yetineceğim :) Beni takip edenler sardunyaları ne çok sevdiğimi bilirler. Geçen yaz hepsi cılız kalmıştı. Kışa girerken eşimle birlikte onları budadık, temizledik ve kapalı balkona aldık. 

Bu balkonum kışın pek güneş almaz. Oturduğum sokak hep rüzgarlı ve serin olduğu için de, sardunyalarım çiçek açmaz. Ama geçen gün onlara böyle güneş vurduğunu görünce, içim sevinçle doldu. Hemen fotoğraflarını çekiverdim. Umarım en kısa zamanda çiçek açmış hallerini de paylaşırım.

Ben ilkbaharı çok severim. Kışın kasvetli, karanlık günlerinden sonra güneş yeniden yüzünü gösterir. Ağaçlar çiçek açmaya, kuşlar cıvıldamaya başlar. Hele nisan geldi mi, güneş tatlı tatlı ısıtır bizi. Balkonda hafif hafif çay, kahve keyifleri yapılır. Açık havada keyifli yürüyüşlere çıkılır...

Ah benim bir karış havada aklım! Hayallere dalıverdi hemen... Eh, insan ikizler burcu olunca böyle oluyor tabii :) Yani ilkbaharı bir başka severim ben. Ama bugün daha martın biri... Güneş var, fakat hava hala çok soğuk. Her an mart kapıdan baktırıp, kazma kürek yaktırabilir; ki ülkenin pek çok yeri bu durumda...

Ama olsun, resmi olarak ilkbahara girmedik mi? O hava illa ki ısınacak. Eh, ne diyelim o zaman, hoş geldin ilkbahar...

26 Şubat 2019 Salı

Bir Buket Aşk - Debbie Macomber



Merhabalar! Aslında çok gecikmiş bir yazıyla karşınızdayım. En azından, haftada bir kez buraya uğramak istiyorum. Fakat zaman nasıl hızla akıp gidiyor, anlamıyorum... 2017 sonunda tüp mide ameliyatı olduktan sonra, hayatıma farklı öncelikler girdi. Sağlıklı bir hayat sürmek ve kilomu korumak için bu öncelikleri devam ettirmem gerekiyor. Bu da, zaman zaman oldukça yorucu olabiliyor. Eskiden kitap okumak, blog ziyaretleri ve yazı yazmak gibi pek çok şeyi gece, herkes yattıktan sonra yapardım. Şimdi erkenden uykum geliyor. Gün içinde de, eşim ve kızım ile ilgilenmem gerekiyor. Dolayısı ile pek zamanım kalmıyor. Bu anlamda instagram biraz daha pratik oluyor tabii. Yine de bulduğum ilk fırsatta buraya koşuyorum :) Umarım sizleri küstürmemişimdir. 

Bu kadar dertleşmek yeter sanırım. Artık kitaptan söz etsem iyi olacak... Bir Buket Aşk, Küçük Mucizeler Dükkanı serisinin son kitabı. Aslında, kitap ülkemizde yayınlanır yayınlanmaz almıştım. Ama bir türlü okumak istemedim. Sanırım örgü örmeyi çok sevdiğim için bu serinin bende ayrı bir yeri ver. Lydia ve dükkana gelen diğer kahramanlar benim arkadaşım gibi oldular. Kitabı okuyup, bitirirsem onlarla vedalaşmak zorunda kalacakmışım gibi hissettim. Umarım Debbie Macomber bu seriyi devam ettirir ve en kısa zamanda dilimize de çevrilir.


Lauren, uzun süredir birlikte yaşadığı sevgilisi ile evlenip, çocuk sahibi olmayı hayal etmektedir. Ancak Todd aynı fikirde değildir. Lauren'ın içindeki özlem, kendisinden üç yaş küçük kız kardeşinin hamile olduğunu öğrenmesiyle iyice artar. Evet kardeşi için mutlu olmuştur, ama zaman kendisinin aleyhine işlemektedir. Çalıştığı mücevher dükkanının sahibi, kendisinin en yakın arkadaşıdır. Tesadüfe bakın ki, arkadaşının üniversite öğrencisi bekar kızı da hamile kalmıştır. Lauren tam bir çıkmazdadır. Todd ile konuşmaya karar verir. Ya evlenecekler ya da ayrılacaklardır... Lauren Bir Yumak Mutluluk'un önünden geçerken Lydia ile karşılaşır. Vitrinde gördüğü bebek battaniyesini kardeşinin bebeği için örmeye karar verir. Yün almaya gittiği gün orada Bethanne ile karşılaşır. Bethanne'yi daha önce okuduğumuz iki kitaptan tanıyoruz. Ama serinin önceki kitaplarını okumadıysanız sorun etmenize gerek yok. Konuyu çabucak kavrarsınız. Bethanne parti işini iyice büyütmüştür. Şu anda Max ile evli olmasına rağmen, eski kocası Grant onları sürekli rahatsız etmektedir. Max'in işinin başka bir şehirde olması ve Bethanne'nin kızının, sürekli babasının oyunlarına alet olması da işleri oldukça zorlaştırmaktadır. Bu arada Bethanne'nin gelini de hamiledir. Lauren, artık Todd'dan kesinlikle ayrılmaya karar vermiştir. Tam bu sırada Max'in en yakın arkadaşı ile tanışır. Lydia ise dükkanı ayakta tutmakta zorlanmaktadır. Ama etrafta Bir Yumak Mutluluktan alınmış yün sepetleri dolaşmaya başlar. Bu sepetler topluma açık alanlarda bulunur. İçinde ör beni yazan bir not vardır. Herkes biraz örüp, bırakacak; ortaya bir atkı çıkacak ve atkıyı bitiren kişi Lydia'ya teslim edecektir. Bu atkılar ihtiyacı olan insanlara verilecektir. Bu sosyal sorumluluk projesi için herkes Lydia'yı tebrik eder. Ama bu fikir Lydia'nın değildir. Bakalım, bu üç kadın hayatını yoluna sokabilecek mi? Gizemli sepetleri kimin bıraktığı anlaşılabilecek mi? Okuyun ve öğrenin :))


ARKA KAPAK

Kusursuz bir düğün yapmak
sonsuza kadar mutlu olmayı garantiler mi?

Kasabanın örgü dükkanında buluşan birbirinden farklı üç kadın,
sorunlarını çözerken arkadaşlıklarından güç alırlar.
Lydia evliliğinde mutluluğu bulmuştur ama evlatlık kızı ve işinin
geleceği için endişe etmektedir.
Bethanne hala kocasına deliler gibi aşıktır ama uzun mesafe ilişkiyi
yürütmek gittikçe zorlaşmıştır ve eski kocası da onu
geri kazanmada kararlıdır.
Lauren her zaman evlenmeyi ve bir aile kurmayı hayal eder
ama uzun süredir beraber olduğu erkek arkadaşı evlenmeye
yanaşmamaktadır. Hayatına bir anda giren bir yabancı hep hayal
ettiği mutlu sona onu taşıyabilecek midir?
Üç kadının hayatı beklenmedik şekillerde kesişirken, umulmadık
olayların ve sevginin hala önlerinde uzanmakta olduğunu fark ederler.


Her zamanki gibi, Bir Yumak Mutlulukta olmaktan büyük keyif aldım. Tipik bir Debbie Macomber kitabı idi. Sade, güzel ve her ne olursa olsun pozitif... Elinize çayınızı, kahvenizi alın, bir köşeye çekilin ve Blossom Caddesi'nde gezintiye çıkın. Böyle kitapları seviyorsanız, pişman olmazsınız. Keyifli okumalar...



5 Şubat 2019 Salı

Mimlenmişim - Hangisini Tercih Edersin?





Merhabalar! Bu ay bloglar bayağı hareketlenmiş, çok da güzel olmuş. Bu arada sevgili blog arkadaşım Yüreğimin İklimi beni mimlemiş. Kendisini blog yazmaya başlamadan çok öncesinden beri takip ederim. Eğer hala bloğunu okumadıysanız, mutlaka ziyaret edin derim. O'nun mim yazısını linkte bulabilirsiniz. http://yuregiminiklimi.blogspot.com/2019/02/mim-hangisini-tercih-edersin.html  

Hangisini tercih edersin? Uçabilme yeteneğinin olmasını mı yoksa su altında da nefes alabilmeyi mi? Neden?

Uçabilme yeteneğimin olmasını tercih ederim. Gökyüzünde kuşlar gibi süzülürken, manzaranın tadını çıkartmak keyifli olsa gerek...


Hangisini tercih edersin? Sonsuza dek etrafının kitaplarla çevrili olmasını mı yoksa evcil hayvanlarla mı? Neden?

Bu konuda bir seçim yapmak çok zor. Çünkü özellikle, kedileri çok severim. Ama galiba tercihimi kitaplardan yana kullanacağım :) Kitaplar, farklı dünyalara açılan kapılardır.


Hangisini tercih edersin? Büyük ellere sahip olmayı mı yoksa büyük ayaklara mı? Neden?

Sanırım ikisini de istemem. Her şeyin normali güzel :))


Hangisini tercih edersin? Geriye kalan hayatının tamamında çay içmeyi mi yoksa kahve içmeyi mi? Neden?

Eskiden olsa, düşünmeden çay derdim. Ama tüp mide ameliyatından sonra kahveye de çok düşkünüm. Bu da karar vermesi zor bir soru olmuş. Şu anda kahve içiyorum desem...

Hangisini tercih edersin? Pilav üstü kuru mu yoksa köfte patates mi? Neden?

Hmmm? İkisini de çok severim. Ama köfte diyeceğim. Hala protein ağırlıklı besleniyorum. Kuru fasulye de protein, ama minik midem onu hazmetmekte zorlanıyor.  

Hangisini tercih edersin? Sınırsız döner mi yoksa sınırsız kokoreç mi? Neden?

Tabii ki döner diyeceğim. Yıllar önce bir kez kokoreç yemiştim. Çok acı gelmişti. Oldum olası acıyla aram yoktur :)

Hangisini tercih edersin? Ölüm saatini bilmeyi mi? Yoksa nasıl öleceğini bilmeyi mi? (Ölüm tarihini ve ölüm şeklini değiştiremiyorsun) Neden?

İkisini de istemem. Bence bu korkunç bir şey olurdu. Düşünsenize, öleceğiniz gün yaklaştıkça ne hissedersiniz? Ya da boğularak öleceğinizi bilseniz; bırakın denize girmeyi, su bile içemezsiniz. Ben bilmeyeyim daha iyi...

Hangisini tercih edersin? 500 yıl gelecekte yaşamayı mı yoksa 500 yıl geçmişte yaşamayı mı? Neden?

Günümüzde yaşamayı tercih ederdim. 500 yıl öncesini zaten biliyoruz. 500 yıl sonrası da belki kabus gibi olacak. Şimdiki zaman iyidir...


Hangisini tercih edersin? Her yıl yenilenen tek seferlik uluslararası bir uçuş bileti mi yoksa yurt içinde geçerli sınırsız uçak bileti mi? Neden?

Bu da kararsız kaldığım sorulardan biri oldu. Evet yurt içi bilet erişimi daha kolay, ama hala görmek istediğim çok yer var. Fakat yurt dışında da gitmek istediğim pek çok yer var. Galiba uluslararası bileti seçerdim...

Hangisini tercih edersin? Daha çok dinlemeyi mi daha çok konuşmayı mı? Neden?

Böyle uzun uzun yazdığıma bakmayın siz. Aslında konuşmayı pek sevmem. Yani, daha çok dinlemeyi tercih ederdim...

Beni mimlediğin için teşekkür ederim Özlemcim. Soruları cevaplamaktan keyif aldım. Umarım sizler de okumaktan zevk almışsınızdır. Aslında benim de 12 kişiyi mimlemem gerekiyormuş. Ama pek çok arkadaşım mim cevaplamayı sevmiyor. Ben de biraz geç kaldım zaten. Bu yüzden kimseyi mimlemek istemedim.

Aslında her gün yazı yazma meydan okuması çok güzel. Ama şu anki koşullarım için biraz zor. Belki başka bir yazımda içimi dökerim. En azından daha sık geleceğim, söz...




1 Şubat 2019 Cuma

On İki Gün - Debbie Macomber

Merhabalar! Yine uzun bir sessizlik dönemine girdim. Aslında bu yazıyı dün yazacaktım, ama fırsat bulamadım. 



Yılın son günlerinde herkes gibi ben de bazı kararlar almıştım. Maalesef, şu ana kadar hiçbirine uyamadım :) Bunların başında her gün bloğa uğramak geliyordu, ama olmadı tabii... Gördüğüm kadarıyla 2 takipçim gitmiş. Ama yeni gelenler de olmuş. Yani, büyük bir ihtimalle giden daha fazla kişi var. Tek tek kim gitmiş diye bakma fırsatım olmadı. Ama burada da instagramdaki gibi tanıtım amacıyla gelip, takip edilince de takibi bırakma huyu mu başladı bilmiyorum. Ama bu benim en sinir olduğum durum olduğu için, böyle insanları tek tek bulup takipten çıkıyorum. Çünkü birini takibe alıyorsanız, paylaştıkları ilginizi çekiyor demektir. Aksi, bence saygısızlıktır... Her neyse...

Bir aydır sessiz kalınca, bir o dala bir bu dala konuyorum sanırım. Ama zamanımı daha iyi kullanma alışkanlığı edinsem iyi olacak. Çünkü zamansızlık en çok iki konuda üzüyor beni. Biri, blogtan çok uzak kalıyorum. Diğeri de, çok az kitap okuyorum. Ben genellikle gece yatmadan önce kitap okurdum. El ayak çekilince, sessiz sakin okuma saatlerim başlardı. Tüp mide ameliyatından sonra akşamları erkenden uykum geliyor. O yüzden gece kitap okuma fırsatı bulamıyorum. Eşim evde olduğu için, gün içinde de okuma fırsatım pek olmuyor. Çünkü eşime kitap okuma alışkanlığı aşılayamadım maalesef... Her ay en azından bir kitap bitirmeye çalışıyorum. Bu çok az biliyorum, hiç yoktan iyidir diye düşünüyorum. Ama ne yazık ki geçen yıl bu hedefimi tamamlayamadım. Bu yıl açığı kapatmalıyım...


Lafı uzatmadan kitaba geçeyim artık... Julia bir mağazada satış elemanı olarak çalışmaktadır. Oldukça neşeli bir insandır. Üstelik Noel yaklaştığı için daha da coşkuludur. Her sabah asansörde, kapı komşusu Cain ile karşılaşır ve sohbet başlatmaya çalışır. Ancak Cain, sohbet etmeye hiç de hevesli değildir. Üstelik Julia'ya oldukça kaba davranmaktadır. Bir gün Julia telefonda en yakın arkadaşına bu kaba adamı anlatırken arkadaşı, bu adamı iyilikle öldürmesini tavsiye eder. Evet, birini iyilikle öldürmek... Üstelik Julia'nın yeni bir iş başvurusu vardır. Bu işi alabilmesi için ilgi çekici bir blog hazırlayarak, rakiplerinin önüne geçmesi gerekmektedir. Julia, Noel'e 12 gün kala Cain'e sinir bozacak kadar iyi davranmaya başlar ve olan biteni bloğunda da paylaşır. Acaba bu 12 gün Julia ve Cain'e neler getirecektir?



ARKA KAPAK

Satış elemanı olarak çalıştığı mağazada mutsuz olan ve sosyal medya ile 
ilgili bir işin hayalini kurarak blog yazmaya başlayan, neşeli, sevecen
Julia...

Julia'nın kapı komşusu olan, asık yüzlü, huysuz ama çok yakışıklı Cain.

İkilinin yolu her sabah asansörde kesişirken, hangisinin duyguları
galip gelecek?

Julia kendisini sinir bozucu bulduğunu söyleyen bu adamı "iyilik 
planı" ile alt edebilecek mi?

Ve en önemlisi Cain, aralarında gelişen ilişkinin ardındaki sırrı
öğrendiğinde her şey aynı kalacak mı?




Şu incecik kitabı bile 1 ayda zor bitirdim. Ama en azından ocak hedefimi gerçekleştirmiş oldum :) Kitap hafif, eğlenceli ve güzel bir yılbaşı hikayesiydi. Eğer Debbie Macomber seviyorsanız, bu kitabı da seversiniz. Daha sık görüşmek dileğiyle, keyifli okumalar...





Görüşleriniz Benim İçin Değerlidir!

Zaman ayırıp, yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Yorumlarınız onaylandıktan sonra görüntülenecektir. Reklam ve hakaret içeren yorumları yayınlamıyorum. Düşüncelerinizi bekliyorum...