31 Aralık 2017 Pazar

Mutlu Yıllar



Merhabalar! Biliyorum ki, şu anda pek çok evde tatlı bir telaşe var. Ya ailenize akşam güzel bir sofra hazırlamak için uğraşıyorsunuz, ya da dışarıya çıkarken ne giysem, makyajımı nasıl yapsam telaşındasınız. Veya yemeğe davetli olduğunuz akraba ya da dostlarınıza götüreceğiniz bir şeyler hazırlıyorsunuz. Ne yapıyor olursanız olun, güzel bir gün geçirin...


Fotoğraf, internetten alıntıdır. Çok şirin değiller mi? 2017 sizler için nasıldı bilmiyorum. Belki şu anda hastası olan, yakınını kaybetmenin acısını yaşayan evler var... Ama yine de ben aralık ayını, özellikle de yılbaşını çok seviyorum. Aralık ayı boyunca yılbaşı temalı kitaplar okur, yine yılbaşı temalı filmler izlerim. Bunları sizlerle paylaşmayı çok istedim. Ama özellikle bu son hafta, benim için çok yoğun geçti. Artık, ocağın ilk haftasında paylaşırım diye umuyorum. 

2017, ailemiz için biraz zor geçti. Kayınvalidemin demans hastalığı had safhaya ulaştı. Tabiri caizse, hepimize kök söktürdü... Bu stres, benim sağlık sorunlarımı ve kilolarımı daha da arttırdı. Buralara da fazla uğrayamadım. Ağustos ayında kayınvalidemi kaybettik. Eylül ayında da benim tüp mide ameliyatım gerçekleşti. Allah, her şeyi öyle bir ayarlamıştı ki... Kısacası biz 2017'de hem ağladık, hem güldük. 

Umarım 2018, hepimiz için bu yıldan daha iyi geçer. Gönlümüz dünya ve ülkemiz için başta barış olmak üzere, çok şey istiyor tabii... Ama ne kadarı gerçekleşir bilmiyorum. Bunu gerçekleştirmek için önce kendi kalbimize, niyetlerimize bakmamız gerek sanırım. Herkes bunu yapsa, davranışlarına çeki düzen verse, dünya daha yaşanılası bir yer olur sanırım.

Ben geçen yıl dilediğim gibi, daha çok kitap okumayı başardım, zayıflamaya da başladım. Buraya okuduğum kitapların hepsini yazamadım. Bu yıl daha da çok kitap okumayı diliyorum. Sevdiklerimle birlikte sağlıklı bir hayat sürmeyi diliyorum. Bileklerim iyileşirse, daha çok örgü örebilirim :)) 

Yine aldım kalemi elime, yazdım da yazdım... Hepinize sağlıklı, mutlu, huzurlu, güzel, gönlünüzden geçenlerin gerçekleştiği bir yıl diliyorum... 

28 Aralık 2017 Perşembe

Yeni Yıl Alışverişim



Merhabalar! Bir süredir yürüyüş yapmak dışında pek dışarıya çıkmıyordum. Biraz insan içine karışmaya ihtiyacım vardı doğrusu. Dün, sadece dolaşmak için Kızılay'a gittim. Her yer çok kalabalıktı. Herkes yılbaşı için alışveriş yapıyordu. Ben de kendimi o büyüye kaptırdım...

Tabii ki ilk işim yüncülere girmek oldu. Yüncüler, her zamanki gibi kalabalıktı. Benimse zamanım sınırlıydı. Çünkü eşim de benimle gelmişti. Neyse ki O, berberine gitmek için yanımdan ayrıldı. Yoksa nasıl yoldan çıkacaktım ben? Eşim asla izin vermezdi :)) Aslında, aklımda 40 cm'lik misinalı şiş almak vardı. Bir de şu anda ördüğüm baktüs şal, şişlere sığmadığı için ona uygun bir misinalı şiş alacaktım. Ama söz konusu yün olunca ben durabilir miyim? Tabii ki hayır... 

Evde o kadar yün varken, benim de bileklerim sağlam değilken yün almak ne kadar akıllıca oldu bilmiyorum. Ama ben eve mutlu mesut döndüm...  

İşte yeni yünlerim... Aşağıdaki yünleri kızıma bere ve boyunluk örmek için aldım.


Bunlar da benim. Bere kullanmayı da, örmeyi de çok seviyorum. Bakalım, sıra ne zaman gelecek...


Kızım artık 7. sınıfa gidiyor. Eski, çocuksu berelerini kullanmak istemiyor haliyle... Yani bunlar da onun :) Çoooook çalışmam lazım, çoookkk...


Örgüseverin yeni yıl alışverişi de böyle oluyor işte... İki gündür onları poşetten çıkartıp çıkartıp seviyorum. Biran önce elimdeki işim bitse de, bu güzelleri örmeye başlasam... Sizler neler örüyorsunuz bu ara? Hepinize kolay gelsin...

24 Aralık 2017 Pazar

Kadife Çiçekleri Düşerken - Susan Meissner


Merhabalar! Ankara'ya dün ilk kar yağdı. Aslında ilk demek belki yanlış olur. Bizim semte ilk kar yağdı :)) Ama bizim semt biraz alçak kaldığı için fazla kar almadı. Bugün hava buz gibi. Zaten klasik Ankara havası... Biraz kar yağar, sonra dona çeker... Oysa kızımla kar yağmasını dört gözle bekliyoruz. Geçen yıla göre çok daha hafif olduğum için, doya doya kartopu oynamayı planlıyoruz...

Bugünü evde blog, kitap okuyarak, örgü örerek ve yılbaşı ile ilgili bir film izleyerek geçirmeyi düşünüyorum. Ama önce, bittiği halde masamda bekleyen kitap hakkındaki düşüncelerimi dile getireceğim. Buraya kitaplar hakkında notlar düşmeyi ihmal etmemeye çalışıyorum. Çünkü burası benim için bir günlük gibi. Zaman zaman geriye bakıp, ne zaman ne olmuş buradan görebiliyorum. Bu da beni mutlu ediyor... Artık kitaba geçsem iyi olacak :))


Kadife Çiçekleri Düşerken, iki farklı zamanda geçen kitaplardan. Aslında insanların hayatlarını etkileyen gerçek iki büyük olayı ele alıyor... Clara'nın hikayesi 1911'de Manhattan'da geçiyor. Hemşire olan Clara'nın çalıştığı binada bir kumaş fabrikası var. O fabrikanın muhasebe katında çalışan Edward adındaki bir gençle her gün karşılaşır ve aralarında bir çekim oluşur. Edward, bir gün Clara'yı fabrika katına davet eder. Birlikte fabrikayı gezmek için sözleşirler... Ama o gün, Clara fabrika katına varmak üzereyken yangın çıkar. Bina boşaltılmaya başlar. Ancak yangın fabrika katında çıkmıştır. Clara binadan kurtulmayı başarır. Ama Edward ve pek çok işçi bu yangında ölür. Clara, Edward'ın ve başka işçilerin yanarak ölmektense, aşağıya atladıklarına şahit olur. Bu O'nu çok etkiler. Ayrıca Edward'ın kendisini gezdirmek istediği için o katta olduğu fikri, vicdanını sızlatmaktadır. Bu yükü daha fazla taşıyamaz ve Ellis Adası'na tayinini ister. Ellis Adası, Amerika'ya gelen göçmenlerin sağlık kontrolünden geçirildiği, hasta olanların ise burada iyileşene kadar bekletildiği bir yerdir. Farklı ülkelerden, farklı diller konuşan pek çok insan buraya gelir ve gider... Clara'nın günleri çok yoğun geçer. Yine böyle bir günde, hasta bir göçmen Clara'nın dikkatini çeker. Adamın boynunda, üzerinde kadife çiçekleri resmedilmiş bir kadın şalı vardır. Clara, bu adamın hikayesini öğrenmeye karar verir. Bu süreçte kendi yaralarıyla da yüzleşmek ve iyileşmek için adımlar atmak zorunda kalır...

Taryn'in hikayesi ise, 2011 yılında başlar. Çalıştığı kumaş dükkanında gördüğü bir fotoğraf, O'nu eski anılara götürür. Taryn, 2001'de Manhattan'daki İkiz Kuleler'e yapılan saldırıda eşini kaybetmiştir. Kendisi de zor kurtulmuştur. Taryn eşinin ölümünden kendisini sorumlu tutar. Çünkü eşi, daha alt katlardan birinde çalışmaktadır. Taryn eşinin, ona mesaj bırakıp, kulenin üst katlarındaki kafeteryada buluşmak istediği için öldüğünü düşünür. Ama Taryn oraya zamanında gidememiştir. Bu nedenle de hayatta kalmıştır... Acaba Taryn hayatını yeniden yoluna koyabilek midir? 


ARKA KAPAK
-------------------------------

Feda ettiğimiz aşk dayanılır kılar bu dünyayı...

Eylül 1911. Ellis Adası'da hemşire olan Clara Wood, kendine bir söz
vermiştir. İlk görüşte aşık olduğu adamı kaybettiği Manhattan'a bir daha
asla adım atmayacaktır. Ancak hasta bir göçmenin adaya gelmesiyle
hayatı başka bir yöne kaymaya başlar. Gizemli göçmenin acısı Clara'ya
adeta ayna olurken, genç adamın yanından hiç ayırmadığı kadife
çiçekleriyle bezeli şal genç kızın ilgisini çeker. Ve Clara hiç farkına bile
varmadan bir çıkmazın içindedir artık. Üstlendiği sorumluluk O'nu yok
mu edecek, yoksa özgür mü kılacaktır?

Eylül 2011. Eski kumaşları yeniden gün yüzüne çıkarmakla uğraşan Taryn
Michaels, tüm hayatını küçük kızına adayan dul bir annedir. Ta ki uzun
zaman önce çekilen, boynunda kadife çiçekleriyle bezeli bir şalın
olduğunu gösteren bir fotoğraf yerel bir dergide yayımlanana kadar... O
andan itibaren Taryn, geçmişinde bırakmak için savaş verdiği 11 Eylül
saldırılarının korkunç anılarıyla yeniden yüzleşmek zorunda kalır. Hem
eşini kaybettiği, hem de bir yabancının kendisini kurtardığı o günle...
Peki, Taryn bunca zaman yüreğinde ağırlığını taşıdığı soruların yanıtını
bulabilecek midir?

Kadife Çiçekleri Düşerken, farklı dönemlerde yaşamış ve farklı felaketler
atlatmış iki kadının hayatlarındaki verdiği mücadeleyi anlatan duygu
yüklü bir roman...


Romanın en çok hoşuma giden yönlerinden biri de kadife çiçekli şalın, karakterleri bir şekilde birbirine bağlaması... Bir solukta okunabilecek, hem duygusal, hem de sürükleyici bir romandı. Kadife Çiçekleri Düşerken, benim beğendiğim kitaplar arasında yerini aldı...

Keyifli ve güzel bir pazar geçirmeniz dileğiyle, keyifli okumalar...





21 Aralık 2017 Perşembe

Açıklamalı Şiş ile Örülmüş Çarkıfelek Bere


Merhabalar! Hani dizüstü bilgisayarımın kapak menteşesi kırıldı demiştim ya; ben onu hala öyle kullanıyorum. Çünkü daha garanti süresi bile dolmadığı halde, kullanıcı hatası dediler. Oldukça yüklü bir meblağ istiyorlar. Bu bilgisayarı evde benden başka kimse kullanmıyor. Ben de gözüm gibi bakıyorum. Yani, kullanıcı hatası olması imkansız. Üstelik internette araştırdığıma göre, bu modelde oldukça sık görülen bir arızaymış. Tamamen ilgili servisin insafına bağlıymış. Yani garanti kapsamına alan yerler de varmış. Biz de araştırıyoruz bakalım. Bu arada daha büyük bir arızaya neden olmamak için, bilgisayarı fazla kullanmamaya çalışıyorum.  

Beni takip edenler bileklerimdeki sorun yüzünden artık örgü öremediğimi bilirler. Özellikle de geçen marttan beri elime şiş, tığ alamadım. Ama ben örgü örmeyi çok seviyorum. Örgü örememek benim için, nefes alamamak gibi bir şey...

İşte bu yüzden, kendime bir bere örme denemesi yaptım.  Zor oldu, uzun sürdü, ama sonunda bitti. Hatta birkaç kez kullandım bile. Yani yazmakta da geciktim :) 

Aslında eski ve bilindik bir model... Ben çok istemiş, ama o zaman örememiştim. Şimdi de örgüye bu kolay ve içimde kalan modelle dönmek istedim. Ama aksilikler peşimi bıraktı mı? Hayır, bırakmadı. Bilmeyenler ve yeniden hatırlamak isteyenler için, bereyi örerken her aşamasını fotoğraflamıştım. Fotoğraf makinesinin hafıza kartını bilgisayara takıp, fotoğrafları bilgisayara aktarmak istediğimde olanlar oldu... Bilgisayardaki sorun yüzünden mi, yoksa olacağı mı vardı bilmem, hafıza kartı bozuldu. İçinde blog için çektiğim pek çok fotoğraf vardı. Hepsi gitti... Moralim çok bozuldu ve ne yapsam derken hiç olmazsa berenin bitmiş halini yeniden fotoğraflayayım ve yayınlayayım dedim. Ne de olsa her zaman örgü öremiyorum değil mi?

İşte bere bu... Hatırladınız mı bu modeli?


İpim Nako Sportwool Kış Güneşi. İçinde belli belirsiz simler var. Şişim 6 ve 5 numara. Bereyi altı numara ile, lastik kısmını 5 numara ile ördüm. Şişe 16 ilmek atıyoruz. 3 ters, 8 düz, 3 ters, 1 düz örüp; şişimize bir kez ip doluyoruz, son kalan ilmeği de düz örüyoruz. Arka sırada ilmekleri geldiği gibi örüyoruz. Bu, örgünün alındaki saç örgülü kısmı oluşturuyor. Devamında yine 3 ters, 8 düz, 3 ters, 1 düz, 1 dola, 2 düz örüyoruz. Tüm arka sıralarda ilmekleri geldiği gibi örüyoruz. Sonraki sırada da 3 ters, 8 düz, 3 ters, 1 düz, 1 dola, 3 düz örüyoruz. Sondaki düz ilmekler 4 - 5 - 6 diye çoğalacak. Örgümüz 8 sıra olduğunda, yani üst üste 8 ajurumuz olduğunda 8 ilmek düz ördüğümüz ilmekleri 4 - 4 çaprazlayarak saç örgümüzü oluşturuyoruz. Bundan sonra, her sekiz sırada bir ilmekleri çaprazlıyoruz. Örgümüzün 16. sırasına geldiğimizde beremizin bir dilimi tamamlanmış oluyor. Bu sefer 3 ters, 8 düz, 3 ters, 1 düz, 1 dola, 2 ilmeği birlikte örüyoruz ve buradan geriye dönüyoruz. 17. Sırada 3 ters, 8 düz, 3 ters, 1 düz, 1 dola, 1 düz, 2 ilmeği birlikte örüp geri dönüyoruz. Bu şekilde her seferinde bir ilmek fazla örerek, geri döne döne ilmeklerin hepsini tamamlıyoruz. Böylece 2 dilimimiz de oluşuyor. Tabii, 8 sırada bir saç örgümüzü burmayı unutmuyoruz. Bundan sonrası yaptıklarımızın tekrarından ibaret... Benim ipim, bu şekilde 5 dilim yapmam için uygun oldu.



Beş dilimi tamamladıktan sonra, ilmeklerimizi kapatıyoruz. 5 numaralı şişimizle, ilmeklerin göbeğine batarak, 68 ilmek atıyoruz. İlmek aralarını iyi ayarlamayı unutmayın. İlmeklerin göbeğine battığımız için, lastiğin başladığı yerde zincir görüntüsü oluşuyor. Yukarıdaki fotoğrafta görebilirsiniz... Ben lastiği 11 sıra ördükten sonra kestim. Kalınlığı size kalmış. Daha az da, daha çok da örebilirsiniz. Yalnız, keserken elinizi sıkmamaya özen gösterin ki; alnınızı sıkmasın.



İşte bu da berenin arkadan görünüşü. Belki şimdi daha iyi hatırlamışsınızdır. Hala giden fotoğraflarıma yanıyorum. Onlar olsaydı, yazım daha açıklayıcı olacaktı. Ne yapalım, kısmet... Eğer örmek isterseniz, elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım. Şimdiden kolay gelsin...


29 Kasım 2017 Çarşamba

Bloğum 3 Yaşında


Merhabalar! Umarım gününüz güzel geçiyordur. Ben, zaman nasıl geçiyor anlamıyorum. Yeni düzeni üç aşağı, beş yukarı oturttum sayılır. Ama iki gündür yürüyüşe çıkamıyorum. Çünkü ayağımın altı su topladı ve üzerine basamıyorum. Evet, ameliyattan önce de yürüyordum. Ama, bu kadar uzun mesafe yürüyemiyordum. Her gün de yürümüyordum. Haftada 3 - 4 gün ancak yürüyebiliyordum. Tabii gövde ağır, ayaklar zorlandı haliyle... Ama olsun, dün ameliyat olalı 2 ay bitti ve ben 19 kilomdan kurtuldum :)) Bu arada, bilgisayarımı hala tamire gönderemedim. O yüzden fazla kullanmamaya çalışıyorum. Bakarsınız kapak tamamen kopar da, başıma daha büyük işler açılır. 


Böyle, arada sırada yazınca çenem düşüyor sanırım :) Esas konuya geleyim artık. Bugün bloğumu açalı tam üç yıl olmuş... Bu süre içinde çok güzel arkadaşlıklar kurdum, çok değerli insanlar tanıdım. 2017'de bloğumu çok ihmal etsem de, içim yazma isteğiyle; bilgisayarım, yazarım diye fotoğrafladığım şeylerin fotoğraflarıyla dolu... Ama size bir sır vereyim, bunlar genellikle yiyecek fotoğrafı... Artık uzunca bir süre bizim eve o tür yiyecekler girmeyecek. Tıpkı bu pasta gibi... Yani, o da eskilerden bir fotoğraf. Normal kiloma dönüp, vücudum normal bir şekilde çalışmaya başladıktan sonra, tabii ki arada sırada ben de bu tür şeylerden tadacağım. 

2017 benim için her anlamda çok zor bir yıldı. O yüzden hem kendi bloğumdan, hem de sizlerin bloglarından uzak durdum. Buna bir çeşit inziva diyebiliriz. Aslında instagram da bu durumda kısmen etkili tabii... Orada düzenli paylaşımlar yapınca burada tekrara düşmüşüm gibi hissediyorum bazen... İnstagram hesabımı takip etmek isterseniz, beni orada @betulkaralgucyetmez adıyla bulabilirsiniz. Şu bilgisayarı yaptırayım, buraya daha çok zaman ayıracağım söz...

Hepinize tek tek teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız, iyi ki arkadaşımsınız... Bloğu olmadan da beni takip edip, yazılarımı büyük bir sabırla okuyan ziyaretçilerime de binlerce defa teşekkür ediyorum. Burada kocaman bir ailem var biliyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. Hepinize hayırlı kandiller, görüşmek üzere...

16 Kasım 2017 Perşembe

Yağmurda Dans - Juliette Sobanet


Merhabalar! Arayı açmayacağım diye söz verdim ve hemen geldim. Ama bundan sonraki yazılarımı ne sıklıkta yazarım, bilmiyorum. Çünkü nasıl oldu anlamadım ama, dizüstü bilgisayarımın kapak menteşesi kırıldı. Şu anda, bilgisayarımın kapağı vazoya dayalı bir vaziyette yazıyorum. :(( Bir fırsat yaratıp, onu tamire götürmem gerekecek. Tabii tamirden ne zaman gelir, bilemiyorum. Bu arada yine ayrı kalacağız... Neyse, lafı uzatmadan kitaba geçeyim...

Yağmurda Dans, çok merak ettiğim bir kitaptı. Merak ettiğim kadar da varmış. Gerçekten severek okudum. Kitapta, doğa üstü olaylar, polisiye, aşk hepsi bir arada... Üstelik iki farklı zamanda geçiyor. Bu durum, yazarlar tarafından çok tekrarlansa da, benim hoşuma gidiyor.



2012 yılında Amerika'da yaşayan Claudia, bir evlilik terapistidir. Ancak, kendisi ilişkilerinde başarılı olamamıştır. Bir önceki ilişkisinden hamile kalmıştır, fakat adam Claudia'yı terk etmiştir. O da bekar bir anne olmakta kararlıdır. Bu arada büyük annesinin dans stüdyosunda dans dersleri almaktadır. Orada bir aktör olan Edouard ile tanışmış ve aralarında bir elektrik oluşmuştur. Claudia, dans stüdyosunda fenalık geçirir ve uyandığında kendisini 1950'li yıllardaki Pariste bulur. Üstelik Ruby adındaki bir dansçı olarak uyanmıştır. Hiç Fransızca bilmemesine rağmen, sular seller gibi Fransızca konuşmaktadır. Gözleri dışında, tamamen farklı bir bedenin içindedir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bir de en yakın arkadaşlarından birinin ölümü yüzünden baş şüpheli durumundadır. Claudia ne olduğunu anlamaya çalışırken, başından pek olay geçer...


ARKA KAPAK

Hayatınızı değiştirmek için bazen küçük bir zaman
dokunuşu yeterlidir.

Bir gün başka bir bedende gözlerinizi açsanız ne hissederdiniz?
Başarılı bir evlilik terapisti olan Claudia Davis, herkesin hayatına iyi
gelse de kendisi bu konuda şanslı değildir. Uzun zaman önce 
kaybettiği babasının acı kaybını hala yüreğinde taşıyan genç kadın,
mutsuz bir çocukluk geçirmiştir. Dahası artık bekar bir anne adayı
olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorundadır...

O akşam önemli bir kararı gerçekleştirmek için büyükannesinin
dans stüdyosuna gittiğinde kader ona bambaşka bir kapı açacaktır.
Stüdyodaki büyülü atmosfere girdiği anda artık hiçbir şey eskisi gibi 
değildir. Geçmişe, 1950'li yılların Paris'ine gözlerini açmıştır. Ve adı
Claudia Davis değil, danslarıyla göz dolduran Ruby Kerrigan'dır. 
Aynı zamanda cinayete kurban giden başka bir dansçının da baş
şüphelisidir...Neler olduğunu anlayamayan Claudia, kendini inkar
ettiği kaderin ellerine bırakmak zorundadır. Belki de gelecekteki 
hayatı, geçmiş hayatının hatalarından kurtulmasına bağlıdır... Belki
de gerçekten ikinci şans diye bir şey vardır...

Siyah Kar ile dikkatleri çeken Juliette Sobanet, bu kez Yağmurla Dans 
ile sizi zamanın ötesine gizemli bir yolculuğa sürüklüyor. Geçmiş
hayatların geleceğimizi nasıl etkilediğini okurken acaba sorusunu 
düşünmeden edemeyeceksiniz...


Ben büyük bir zevkle ve merakla okudum. Bu tür kitaplardan hoşlanıyorsanız, size de öneririm. Bu arada fotoğraflarımda çay yerine beyaz içecekler var artık. Aslında bir çay bardağı açık çay içmeye iznim var, ama şu anda çaydan eski tadı alamıyorum ne yazık ki... Ben de kitaplarıma, ara öğünlerimde kullandığım süt ve kefirle poz verdiriyorum :))  Keyifli okumalar diliyorum...




13 Kasım 2017 Pazartesi

Ganimetlerim


Merhabalar! Nasılsınız? Bugün size ganimetlerimle; yani, yeni kitaplarımla gelmek istedim. Kadınların genellikle ayakkabı ve çanta tutkuları olur. Benim tutkum ise, yün ve kitaplara karşı... Bir kısmını ameliyattan önce almıştım, ama apar topar ameliyata gidince paylaşamadım. Ben de hepsini birden aradan çıkartayım dedim.


İşte kitaplarım bunlar... Aslında aralarında Yağmurda Dans da vardı, ama onu fotoğraflamayı unutmuşum. Zaten, bu sabah bitti. En kısa zamanda onu da anlatacağım. Bu arada, masa örtümün kusuruna bakmayın. Balkon oldukça soğuk. Elime geçen ilk örtüyü yayıvermiştim. Eşim balkonda oyalanmama engel oluyor. Malum, bir süre hasta olmamam lazım...

Aşağıdaki kitap, Debbie Macomber hayranlarını sevindirecek. Gül Limanı Oteli serisinin yeni kitabı. Sizi bilmem ama, ben bu seriyi de sevdim. Okumak için sabırsızlanıyorum.


Kırmızı Şemsiyeli Kız da hızla okumak istediklerim arasında...


Yitik Kalpler İstasyonunu beğenen de var, beğenmeyen de... Bakalım ben hangi gurupta olacağım?


Ve en sevdiğim Türk Yazarlardan biri, Buket Uzuner... Toprak, dört kitaplık bir serinin ikinci kitabı. İlk kitap, Su'yu da okumuştum. Eğer merak ederseniz, burada...


Kar Taneleri de, aralık ayı için seçtiğim bir kitap. Ben aralık ayında, genellikle yılbaşı temalı kitapları okumayı seviyorum. Elimde böyle iki kitap daha var. Onlar da sürpriz olsun...


Aşağıdaki kitabı da evimizin yakınındaki marketten aldım. Bana çok sevimli göründü :)


İşte merakla okunmayı bekleyen iki kitap daha... 



Kitap kulemi bir de böyle görün...


Elimdeki tüm kitapları bir çırpıda okuyasım var. Bakalım ne hızda okuyacağım. Bu arada aramızda kalsın, almak istediğim çok güzel kitaplar var. Ama önce elimdekileri biraz eritmem gerekiyor. Neyse, lafı uzatmadan gidip biraz kitap okuyayım :) Sizlere de keyifli okumalar...


8 Kasım 2017 Çarşamba

Ses Veriyorum


Merhabalar! Çok uzun zamandır sesim çıkmıyor değil mi? Buralara uğramayalı sanki bir asır geçmiş gibi geliyor. Son görüşmemizden bu yana yapraklar sarardı, havalar soğudu. Ben de çok büyük bir değişim yaşadım. Beni instagram ve facebookta takip edenler, az çok ne olduğunu biliyorlar. Ama ben yeniden buraya dönmek istiyorum. Girişi de bu yazıyla yapayım dedim...


Ben kızımın doğumundan beri kilo problemiyle uğraşıyorum. Ne yazık ki son 13 yılımı morbid obez olarak geçirdim. Yapmadığım şey, denemediğim diyet kalmadı. 2014'te Ayça Kaya'nın Sayarak Zayıfla kitabıyla tanışınca biraz umutlandım. Hatta 17 kilo verdim. O günlerde yazdıklarımı okumak isterseniz, buraya tıklayabilirsiniz. Ama daha fazlası olmadı. Ancak yine de kilomu sabit tutmayı başardım. Taa ki geçen kışa kadar... Özel nedenlerden dolayı zor bir kış geçirdim ve beş kilo aldım. 

Artık yorulmuştum ve tüp mide ameliyatı olmaya karar verdim. Ben bu işi son iki yıldır araştırıyordum. Eşimi de ikna ettikten sonra, temmuz ayında gidip kontrollerimi yaptırdım. Sonuçta, bu ameliyat için uygun bulundum. Biz sizi arayacağız dediler. Ben de merak ve heyecanla büyük günü beklemeye başladım. 27 eylül sabahı doktorumun asistanının telefonuyla uyandım ve o gün yatışım yapıldı. 28 eylül sabahı da ameliyat oldum.

Bugün tam 41 günlük tüp mideliyim. Asla pişman olmadım. Zor muydu? Evet zordu. Ama sağlığıma kavuşmam için yapılması gereken bir şeydi. Şu anda 2008'deki kiloma indim. Hala uzun bir yolum var. Ama bunun için ne gerekiyorsa yapıyorum. 

Eşimle birlikte keyifli yürüyüşler yapıyoruz. Yeni hayatımın tadını çıkartmaya çalışıyorum. Bol bol fotoğraf çekiyorum. Maalesef bileklerimde hala sorun var ve bu yüzden örgü öremiyorum. Keşke bunu da çözebilsem... Kitap okumaya devam ediyorum. En önemlisi, sorunlarımı yiyerek halletmemeyi öğreniyorum. Mutfağımı yeniden düzenliyorum. 

İçimde ne çok şey biriktirmişim. Hani dilim şişmiş derler ya; öyle oldu gerçekten. Yazımı buraya kadar okuyabildiyseniz hepinize teşekkür ediyorum. Arayı açmadan gelmeye çalışacağım. Görüşmek üzere...


24 Eylül 2017 Pazar

Süt Kesiğinden Peynir Yaptım



Merhabalar! Umarım hafta sonunuz güzel geçiyordur. Bizde koşturmaca bitmedi hala. Kayınvalidemden sonra gelenimiz gidenimiz eksik olmuyor, sağolsunlar. Geçen hafta kırk mevlüdünü de yaptık, zaman ne çabuk geçiyor. Evde de ufak tefek tadilatlar devam ediyor. Okullar da açılınca, bir de alışveriş telaşı girdi araya... Olsun, sağlık olsun da; her şey hallolur nasılsa...

Cuma günleri bizim sütçü günümüzdür. Ben her hafta süt alıp, yoğurdumu kendim yaparım. Eskiden sütler hep kapıdan alınırdı ve bazen kaynatırken kesilirdi. O zaman babaannem, böyle peynir yapardı. Laf arasında kızıma anlatınca merak etti. Bir kez yapınca evdekiler çok sevdiler. Ben de zaman zaman yapmaya başladım. 

Bu kez sizin için de fotoğraflayayım dedim. Ama sütün kesildiği anın fotoğrafını çekmeden süzmüş bulundum.



Bu sefer 2 kilogram sütten yaptım. Süt iyice kaynadıktan sonra, içine iki yemek kaşığı yoğurt ekleyip, karıştırdım. Sonra yarım limonun suyunu sıkıp, sütün içine döktüm. Bu arada süt kaynamaya devam edecek. Bir süre sonra süt topak topak oluyor zaten. Süzgeci bir tencereye oturtup, sütü süzüyoruz. Ben çok yapmadığım için, süzgeç işimi görüyor. Bir kaşığın tersiyle iyice bastırıp, suyunun süzülmesini sağladım. Yarım saat kadar böyle süzgeçte tuttum. Tabii gidip, gelip kaşıkla bastırmayı ihmal etmedim. Suyu iyice süzülünce, ters çevirip süzgeçten çıkarttım.



Tabii oluşan peynir altı suyunu ziyan etmedim. Ondan da güzel bir oğmaç çorbası yaptım. Daha önce tarifini burada vermiştim. Bu kez su yerine, peynir altı suyunu kullandım.



Peynirin tadı da görüntüsü de gayet güzel oldu.



İki sabahtır kahvaltıda bize eşlik ediyor. 



  
Arada böyle değişik tadlar keyifli oluyor. Bu basit tarifi denemek isterseniz, kolay gelsin... 

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Kor Adası - Kimberley Freeman


Merhabalar! Ağustos ayını da bitirdik sayılır. Bu ay yine sesim sedam çıkmadı, biliyorum. Ağustos bizim için biraz zor geçti. Beni takip edenler, yaşlı ve hasta kayınvalidemi bilirler. Maalesef, kendisini ağustos başında kaybettik. Üzüntü, gelen giden derken, buraya uğramak da içimden gelmedi açıkçası... Ara ara instagrama uğruyordum, bugün de buraya yazmak istedim. Kor Adası temmuzla birlikte bitti, ama yazamadım işte... 

Kimberley Freeman'ın kitaplarını çok seviyorum. Kor Adasını da beğenerek okudum. Hala istediğim hızda okuyamıyorum. Bu yüzden, çoğunuzun çoktan okuduğu kitaplarla geldiğimi biliyorum. Kendime yeni kitap almama konusunda söz vermiştim. Bu sözümü bozmuş olabilirimmm!!! Yakında bununla ilgili bir post hazırlamaya çalışacağım. 


Kor Adası yine Kimberley Freeman tarzında, iki farklı zamanda geçiyor. Çok akıcı ve merak uyandırıcı bir dille yazılmış. Yani, okurken rahatsız edildiğimde oldukça sinirlendim :)

Kitap, 1891 yılında Tilly'nin hikayesiyle başlıyor. Tilly, aşık olduğu adamla mutlu bir evlilik yaptığını düşünürken; hayat O'na kötü oyunlar oynuyor. Bunun sonunda kendisini, Kor Adası'ndaki hapishane müdürünün kızına mürebbiyelik yaparken buluyor. Açıkçası, spolier vermemek için detaya girmiyorum.

Nina ise 2012 yılında, yaşadığı kalp kırıklığının ardından Kor Adasına, büyük büyükannesinden kalan eve sığınır. Nina, bir yazardır ve burada zihnini boşaltıp, yazmakta olduğu kitaba yoğunlaşabilmeyi ummaktadır. Evde yapılan zorunlu tadilat sırasında, yıkık duvarların arasında büyük büyükannesinin çocukken yazdığı günlüğün parçalarını bulur. Günlük 1891 yılında yazılmaya başlanmıştır. Nina, merakla günlüğün diğer parçalarını aramaya başlar. Bir taraftan ailesinin geçmişini öğrenirken, bir taraftan da kendi hayatını yoluna koymaya çalışmaktadır. Daha fazla detay vermeden arka kapak yazısına geçsem iyi olacak...



ARKA KAPAK

Göz ardı ettiğiniz gerçekler
er ya da çıkar karşınıza tamamlanmak için.
Yüzleşin ki ruhunuz arınsın.

1891 yılının İngiltere'sinde Tilly Kirkland, rüya gibi bir evlilik 
yaptığını düşünürken kendini bir kâbusun tam ortasında bulur.
Yaşadığı talihsizlikler O'nu Avustralya'ya, Kor Adası'nda bir
malikaneye getirir. Burada bir yerel cezaevi müdürünün kızına 
mürebbiyelik yapacaktır. Aslında her günbatımında adeta bir kora
dönüşen bu adaya hayatının cezasını çekmek için geldiğini
anlayacaktır...

2012 yılında ünlü yazar Nina Jones, kafasını toparlamak ve yazmakta
sıkıntı çektiği yeni hikâyesine odaklanmak için Avustralya'ya büyük
büyükannesinden kalma malikâneye gelir. Ancak Starwater 
Malikânesi'nin duvarları, O'nun yıllardır sakladığı büyük sırrının 
kanıtlarıyla doludur. Keşfettiği her kanıt ise Nina'nın büyük bir 
gizemi çözmesini sağlayacaktır.

Üçüncü kitabıyla hayranlarının kalbine bir kez daha kazınacak olan
Kimberley Freeman'ın romanı Kor Adası, yarım kalan gerçeklerin
sonsuza kadar saklı kalamayacağını ve ne olursa olsun kalbimizin
sesine kulak vermemiz gerektiğini anlatıyor. 


Evet, Kor Adası kısaca böyle... Henüz okumadıysanız, mutlaka okuyun derim... Bol kitaplı, sağlıklı ve huzurlu günler dilerim...

27 Temmuz 2017 Perşembe

Geceye Fısıldanan Dilekler - Barbara Freethy


Merhabalar! Yine, elimde uzun zamandır okunmayı bekleyen bir kitapla karşınızdayım. Ankara çok sıcak. Özellikle de son iki gündür sıcaktan durulmuyor. Bu havada insanın canı hiçbir şey yapmak istemiyor. Ben de, balkonda ya da evin en serin yerinde soğuk bir şeyler içerek, kitap okumaya çalışıyorum.



Bu kitabı bitireli epey oldu. Şu an okuduğum kitap da bitmeden yazmak istedim. Kitapta farklı yıllarda, ama aynı tarihte doğmuş üç ayrı kadının doğum günlerinde yaşadıkları olaylar anlatılıyor.

Liz, 30 yaşında bir hemşire. Erkek arkadaşından yeni ayrılmış ve doğum gününde dilediği dilek, gerçek aşk... Tam minik bir kekin üzerindeki mumu kendi kendine üflemek üzereyken, karşısına gizemli bir yabancı çıkıyor. Bütün gece birlikte dolaşıyorlar ve Liz'in doğum gününü kutluyorlar. Acaba bu yabancı, Liz'in aradığı gerçek aşkı olabilir mi?

Angela 35 yaşında, kocaman bir ailesi ve çok mutlu bir evliliği var. Ama en çok istediği şeye sahip değil. Bir çocuk... Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar bir çocukları olmuyor. Üstelik eşi de bu başarısız denemelerden yorulmuş. Angela bu düşüncelerle eve geldiğinde, büyük bir sürpriz partiyle karşılaşıyor. Mumlarını üflerken dilediği tek şey bir çocuk... Gece ilerlerken sinirlenip, evden çıkıyor. Acaba dileği gerçek olacak mı?

Carole 40 yaşında, zengin ve hırslı bir eşi ve iki çocuğu var. Fakir bir aileden geliyor ve gençliğindeki en büyük hayali zengin olmak. Bu hayalini gerçekleştirmiş, ama bu hayatın içinde kaybolmuş durumda. O gece mumlarını üflerken, etrafında gerçekten tanıdığı kimse yok. Çocukları bile... O da ailesini geri istediğini diliyor. O sırada eşinin başka bir kadınla flört ettiğini görünce; soluğu fakir mahallesinde, annesinin yanında alıyor. Acaba hayatını yoluna koyabilecek mi? Tüm bu soruların cevapları kitapta var tabii :))


ARKA KAPAK 

Dilekler, gökyüzünü aydınlatan yıldızlar gibidir

Doğum günleri, umutla sarıldığımız dileklerin gerçekleşmesini
beklediğimiz özel günlerdir... Aynı gün doğup birbirlerinden 
habersiz olan Liz, Angela ve Carole tam da bu duygularla 
mumlarını üflerler. Bir dilekle her şeyin değişebileceğine 
inanmaktan yıllar önce vazgeçen üç kadın, son bir umutla 
dileklerine sımsıkı tutunurlar. Ve kader, hayatı, aşkı ve mutluluğu 
yeniden yaşamak isteyen bu üç kadının seslenişine
duyarsız kalmaz...

*********************************************************************************

Romantik film tadında, sıcacık üç hikaye barındıran hoş bir kitaptı. Eğer kumlara uzanıp, yüzünüzde hafif bir gülümsemeyle okuyacak bir kitap arıyorsanız, bu kitap tam size göre... Evet, gerçekten okunacak çok kitap var :) Keyifli okumalar diliyorum...

25 Temmuz 2017 Salı

Kayısı Marmeladı Yaptım


Merhabalar! Söz verdiğim gibi, arayı açmadan geldim. Bu aralar mutfakta fazla zaman geçiriyorum galiba. O yüzden, yazılarım biraz mutfak ağırlıklı olabilir :)

Dün eşimle balkonda oturuyorduk. O sırada, kapının önüne kayısı satan bir satıcı geldi. Kayısıları görünce, benim kalbim pır pır etti hemen. Ama eşim kapıdan bir şey almayı sevmediği için ses etmedim. Eşim sessizce kalkıp, gitti. Bir baktım, kayısıların yanında... Bir sevindim, bir sevindim... Ben iki, üç kilo kayısı alacak zannederken bir baktım; elinde kocaman bir kasayla geliyor. Bizimki coşmuş, on kilo kayısı almış. Kayısı delisi olan ben, mutlu tabii :)) Neyse, o kadar kayısıyı bozmayalım dedim ve marmelat yapmaya karar verdim.


Aslında herkesin bildiği bir tarif. Şimdi, keşke birazını şekersiz yapsaydım diyorum. Ama iş işten geçti. Malum, ben bu tür şeyleri yememeye çalışıyorum...

Kayısıların 4 kilosunu yemek için ayırdık. 6 kilodan da marmelat yaptım. Ben ölçüleri 1 kilo için vereceğim. 1 kg yumuşak kayısı, 3 normal su bardağı şeker, 1 limonun suyu, 1 avuç tatlı kayısı çekirdeği içi.

Kayısıları, reçel yaptığım tencereme koydum ve çubuk şeklindeki el mikseriyle, güzelce ezdim. Üzerine şekeri de ekleyip, ocağı açtım.


Kaynadıktan sonra altını kıstım. Ara ara karıştırarak kıvam almasını bekledim. Aman karıştırmayı unutmayın, dibi tutar. Yaklaşık 35 - 40 dakika sonra limon suyunu ekledim. 5 dakika daha kaynattım ve kayısı çekirdek içlerini attım. 5 dakika sonra da ocağı kapattım. biraz kendine geldikten sonra kavanozlara boşaltıp soğumasını bekledim. Kavanoz kapaklarını ondan sonra kapattım. Dileyen, şekerini daha az koyabilir. Ne de olsa, ağız tadı göreceli bir kavram...


Ben kayısının her türünü çok seviyorum. Şimdi, tam zamanıyken deneyin derim. Mis gibi, katkısız anne marmeladı... Denemek isteyenlere kolay gelsin...

20 Temmuz 2017 Perşembe

Ses Veriyorum



Merhabalar! Bu kez gerçekten çok uzak kaldım. Neden bilmiyorum, ama bir türlü uğrayamadım buralara. Sanırım eşimin sürekli evde olması, okulların kapanması, benim bir ay boyunca fizik tedaviye gitmem bayağı etkili oldu. Bu arada kendimle ilgili oldukça radikal bir karar verdim. Bununla ilgili pek çok tahlil yaptırmam gerekti. Yaklaşık 25 gündür hastanelere gidip geliyorum. Durum netleştiği zaman sizleri de bilgilendireceğim tabii :) 

Haziran sonunda küçük bir tatil yaptım...


Tatilde de kitabımdan vazgeçmedim...


Koşturmacamdan fırsat kaldığı sürece çiçeklerimle ilgileniyorum...






Kapımızın önünde ve penceremizde beslediğimiz iki kedimiz var. İkisi de birbirinin aynısı. Sanırım kardeşler. Birinin adını pıh koyduk. Çünkü beslemek için bile elimizi uzatsak, hemen pıhlıyor. Bize bir türlü alışamadı :) Diğeri ise minnoş. Aşağıdaki fotoğraf ona ait. O da sadece kızımın yaklaşmasına izin veriyor. Olsun, onları uzaktan sevmek bile bize iyi geldi...


Veee, olmazsa olmazlarım, kitaplarım... Bunlar haziran ayında ve temmuzun başında okuduklarım. Aslında bir tane daha var, ama ona ayrı bir post yapmak istiyorum. Normal yazma düzenimi bir yerden yakalamam gerek değil mi?


Biliyorum çok değil, ama benim hızıma göre gayet iyi. Özellikle fizik tedavi sırasında çok güzel kitap okunuyor, haberiniz olsun :)

Önce Kır Çiçeği Tepesiyle başlamak istiyorum.


Kır Çiçeği Tepesi, Kimberley Freeman'ın okuduğum ikinci kitabı. Şu anda üçüncüsü elimde... Daha önce Deniz Feneri Koyu'nu okumuş ve çok beğenmiştim. Eğer, merak ederseniz tık tık...
Kır Çiçeği Tepesi Adındaki Çiftliğin hikayesini, 1900'lerin başında bu çiftlikte yaşamış Beattie'nin ve O'nun torunu Emma'nın 2000'lerde yaşadıklarını merak ediyorsanız, mutlaka okuyun derim. 

Bırak Pencerenden İçeri Süzülsün Hayat ise benim için hayal kırıklığı oldu...


Klasik, aldatılan eş ve boşanma süreci... Samantha'nın, bu süreçte düştüğü zorlukların üstesinden gelme çabaları... Kitabın adı ve arka kapağında yazanlardan dolayı almıştım. Ama okumasanız da bir şey kaybetmezsiniz...

Piruze... Aaaaahhh Piruze... İçimi yaktın, kavurdun benim...


Çok merak ettiğim bir kitaptı. Ayrıca Sinan Akyüz de çok merak ettiğim bir yazardı. Fizik tedavideki arkadaşlarımdan Şükran Hanım'ın bana hediye ettiği birkaç kitaptan biri Piruze idi. Büyük bir hevesle okudum. Ama okurken içim parçalandı. Seksenli yıllarda Şam'a gelin giden bir Diplomat kızı Piruze'nin acıklı ve zor hayat hikayesi... Hem merak ettim, hem üzüldüm. Bu yüzden biraz zor okudum kitabı. Ama kitabın devamı olan Piruze ve Oğullarını da satın aldım. Moralimin yüksek olduğu bir ara, onu da okuyacağım. Üzüntülü şeyleri de okuyabilirim diyorsanız, mutlaka okuyun derim.

Yine aldatılıp, boşanan bir kadın hikayesi...


Ama bu kitabı beğendim.  Boşanmak zorunda kalan Evelyn, kendisine yeni bir hayat kurar. Bunun için de ülkenin diğer ucuna gider, orada kendisine yeni arkadaşlar edinir. Yıkık dökük bir dükkanı adam edip, kırkyama atölyesine dönüştürür. Ona yardım eden arkadaşları da, kendisi de hayattan yeni dersler çıkartırlar...

Mümkün olduğunca kısa yazmaya çalıştım. Ben hala örgü öremiyorum. Bu da beni çok üzüyor. Ama ne yapalım, şimdilik yukarıda anlattığım şeylerle oyalanmaya çalışıyorum. Arayı fazla açmamayı umuyorum. Yeniden görüşmek üzere...

7 Haziran 2017 Çarşamba

Dostluk Ekmeği _ Darien Gee



Merhabalar, nasılsınız? Ben hala bileğimle uğraşıyorum. Fizik tedavim bitmedi. Doktorum bandaj vermişti, Ama düzelme olmayınca, bilekliğe terfi ettim :( Şu anda da bileklikle yazmaya çalışıyorum. Oldukça zor oluyor. Zaten bu yüzden yazacaklarım birikti ya... Sizleri çok özledim. Bu kitabı geçen ay bitirdim ama, uzun uzun yazamayacağım için bekledim. Şimdi de kısaca yazmaya çalışacağım...


Dostluk Ekmeği, birkaç yıldır kitaplığımda okunmayı bekliyordu. Aslında böyle, bekleyen çok kitabım var. Dayanamayıp önceliği yeni kitaplara verince, eskiler biriktikçe birikti. Ben de, bir süre yeni kitap almamaya karar verdim. Dayanabilirsem, eskileri okuyacağım. Ama bloğunuz olunca, zaten herkesin çoktaaan okuduğu kitaplar hakkındaki fikirlerinizi yazmanız ne kadar anlamlı olur bilemiyorum. Ama olsun belki okumayan birileri vardır...

Bu kitap beni çok etkiledi. Allah kimseye evlat acısı vermesin. Zaman zaman gözyaşlarımı tutamadım. Kitapta ayakları üzerinde durmaya çabalayan üç kadının hikayesi anlatılıyor. Julia oğlunun ölümünün üzerinden yıllar geçmesine rağmen, kendisini toparlayamamıştır. Bu durum, eşi Mark ile aralarında derin bir uçurum oluşmasına neden olmuştur. Julia'nın bir de kızı vardır. Bir gün, anne - kız kapılarının önünde sepet içinde biraz mayalı hamur, bir tane ekmek ve üzerinde tarif yazılı olan bir kağıt bulurlar. Julia, kızının israrlarına dayanamaz ve tarifi dener. Tarifte bir kural yazmaktadır: " Hamur dört parçaya ayrılacak. Bir tanesiyle yeni ekmek yapılacak, diğer üç parça ise tarifle birlikte sevdiklerinize dağıtılacak." Böylece Julia, Madeline ve Hannah ile tanışır. Madeline, buraya eşi öldükten sonra yerleşmiştir ve kasabanın çay salonunu işletmektedir. Hannah ise, bir çello sanatçısıdır. Ancak, sakatlandığı için artık konser verememektedir. Buraya eşinin isteği üzerine taşınmış; fakat çok geçmeden eşi tarafından terk edilmiştir. O da tıpkı Julia gibi ayakta kalmaya çalışmaktadır. Dostluk ekmeği tarifi bu üç kadın kadar, tüm kasabayı etkisi altına alır...



Kitap çoğunlukla bu üç karakter çevresinde dolaşsa da; pek çok güçlü karakterle tanışıyoruz. Özellikle Julia'nın eşi Mark, alkışlamak istediğim karakterlerden birisi. Kitabı uzun uzadıya anlatmak isterdim ama bileğim izin vermiyor ne yazık ki... Bu yüzden ilk kez, arka kapak yazısını da yazamayacağım. 

Kitapta çok güzel tarifler var. Bileğim iyi olsaydı kesin denerdim :) Eğer hala okumadıysanız ben öneririm. Kitap bittiğinde, kalbinize dokunacak...

Görüşleriniz Benim İçin Değerlidir!

Zaman ayırıp, yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Yorumlarınız onaylandıktan sonra görüntülenecektir. Reklam ve hakaret içeren yorumları yayınlamıyorum. Düşüncelerinizi bekliyorum...