24 Mart 2019 Pazar

Tozlu Rüyalar Kitapçısı - Cynthia Swanson



Merhabalar! Bugün karşınıza uzun süredir kitaplığımda bekleyen bir kitap ile geldim. Tozlu Rüyalar Kitapçısı... Aslında kitabı bitireli de bayağı oluyor. Oturup yazmak için fırsat bulamadım ne yazık ki... 

Fotoğraftaki kalbi sevgililer günü için ben örmüştüm. Ama maalesef ördüğüm son şey oldu. Yine bileğimde sorun oluştu ve hiçbir şey öremiyorum. Bu durum, daha çok kitap okumam için fırsat oldu aslında. Bir de oturup düzenli bir şekilde buraya yazabilsem...


Neyse, lafı fazla uzatmadan kitaba döneyim en iyisi... Roman 60'lı yıllarda geçiyor. Kitty'nin en yakın arkadaşı ile birlikte kurduğu küçük bir kitapçı dükkanı var. Her ikisi de evlenmemiş, kendi ayakları üzerinde duran, idealleri olan iki genç kadın... Kitty, kedisi Aslan ile birlikte yalnız yaşıyor. Çok sevdiği anne ve babası da sık sık ziyaretine geliyor. Kitty, bir sabah uyandığında kendisini başka bir evde, evli ve çocuklu olarak buluyor. Bu durum onu korkutsa da, içinde bir yerlerde huzur veriyor. Uyandığı zaman bu rüyayı arkadaşına anlatmak istese de, cesaret edemiyor. Bu rüyaları sık sık görmeye başlıyor. Zamanla rüyasındaki kocasına aşık olduğunu fark ediyor. Gerçek hayatında da onu bulmak için araştırma yapıyor. Bir süre sonra bu rüyalar tüm benliğini kaplıyor ve gerçek hayatı ile rüyalarındaki hayatı birbirine karışıyor.


Evet kendime kadife kazak başlamıştım, ama o da yarım kaldı... Bu kitap da tıpkı bir önceki yazımda anlattığım film gibi, tercihlerimizin bizim ve başkalarının hayatını nasıl etkileyeceğini anlatıyor aslında. Üstelik filme bu kitabı okurken gitmiştim. Bu tesadüf beni biraz ürküttü açıkçası...

ARKA KAPAK

Beni rüyalar aleminde bırakma. Keşkelerin
yanılsamasından beni çekip al. Buna hemen bir 
son ver. Beni hemen gerçeğe kavuştur ki sevmeyi
tekrar öğrenebileyim...

Otuz sekiz yaşındaki Kitty Miller küçük bir dairede kedisiyle
yaşamaktadır. Liseden beri en yakın arkadaşı olan Frieda'yla birlikte
küçük bir kitabevi işleten Kitty'nin ailesi, arkadaşı ve kitabevi arasında 
geçen sıradan yaşamı bir gün başka bir yerde uyandığını 
fark etmesiyle allak bullak olur.

Daha önce hiç görmediği bu ev, onun evidir yine de. Başka bir
dünyada, başka bir aileyle ve başka arkadaşlarla farklı bir yaşam... Hangi
dünyanın gerçek, hangisinin rüya olduğunu bir türlü anlayamaz. Genç
kadının gerçek hayatıyla hayali yaşamını sorgulaması arasında geçen
bir süreç başlar. Bu iki dünya arasında bocalarken de travmalarıyla,
acılarıyla ve geçmişiyle yüzleşmesi gerekir. Peki ya gerçeklerle 
yüzleşecek cesareti yoksa?


Gerçekten beğenerek okuduğum bir romandı. Akıcı dili, sürükleyici konusu ile kitabın nasıl bittiğini anlamadım. Yukarıda da dediğim gibi, tercihlerimizin hayatımızı nasıl etkileyeceği hakkında da oldukça düşündürücüydü. Kitabın bir bölümünde otizme de değinilmişti. Üstelik, 60'lı yıllarda otizmli çocukların direkt annelerinin yüzünden böyle olduklarının düşünülmesi de bana oldukça sarsıcı geldi. 

Eğer hala bu kitabı okumadıysanız, bir şans verin derim. Bol kitaplı, bol örgülü bir pazar günü geçirmenizi dilerim...

5 Mart 2019 Salı

Bir Aşk İki Hayat (İzledim)



Merhabalar! Ben kitap okumayı sevdiğim kadar, film izlemeyi de severim. Bekarken ayda iki, bazen üç kez sinemaya giderdim. Sonra evlilik, çoluk çocuk derken film keyfimi DVD izleyerek devam ettirdim. Şimdi de ara ara sinemaya gitmeye çalışıyorum. 

Geçenlerde annemler ile bir sinema programı yaptık. Annem, teyzem, kız kardeşimin kayınvalidesi ve ben... Gayet eğlenceli bir ekip olduk doğrusu. Kardeşin niye yok derseniz, O çalışıyor :) 

Bergüzar Korel'i de, Engin Akyürek'i de çok beğenirim. Aslında hepimiz beğendiğimiz için bu filmi seçtik. Açıkçası pişman da olmadık. Zaman zaman dokunaklı, zaman zaman gülümseten hoş bir aşk hikayesi idi.


Engin Akyürek, film piyasasında tutunmaya çalışan bir yönetmen. Çok tatlı bir köpeği var. Her şey bu köpeğin yürüyüşe çıkmak istemesiyle başlıyor. Köpeği yürüyüşe çıkartırsa, hayatı bambaşka bir yöne gidiyor. Ama evde kalmayı tercih ederse bambaşka bir yöne... Filmde sık sık iki hayat arasında geçişler var. Biraz dikkatli izlemek gerekiyor. Çünkü iki hikayeyi birbirine paralel olarak izlerken, bazen akıl karışabiliyor. 

Bu film bende kader kavramını düşünme isteği uyandırdı. Spoiler vermekten korktuğum için çok fazla detaya girmek istemiyorum. Aynı insanlar, aynı mekanlar... Bizim seçimimize göre farklı gelişen olaylar... Hepsi birbiriyle ilintili. Bizim seçtiğimiz ya da seçmediğimiz bir şey başkalarının hayatını da etkiliyor. 

Yalnız sinema salonu ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Biz filmi Atlantis Cinemaximum'da izledik. Ama başımıza daha önce hiç yaşamadığım bir şey geldi. Sabahki ilk seansa gitmiştik. Koltuklara oturduktan biraz sonra ıslaklık hissettik. Bir baktık ki, hepimiz sırılsıklam olmuşuz. Önce koltuklara bir şey döküldü sandık. Ama bizim tepkimizden sonra diğer sıralardan da aynı sesler yükselmeye başladı. Ne yapacağımızı bilemedik. Film de başlamak üzereydi. Kabanlarımızı katlayıp onların üzerine oturduk. Film bittikten sonra tüm koltukların ıslak olduğunu öğrendik. Yetkililerle görüşmeye gittiğimizde,  akşam salonun koltuklarının yıkandığını söylediler. Sırayla her salonun koltukları yıkanıyormuş. Anlayacağınız o gün piyango bize vurmuş. Şaka gibi... O gün yetkililere sesimizi duyuramadık. Ama buradan yazmasam içimde kalacaktı. Tamam, koltuklar yıkanacak elbette. Ama bizi de mağdur etmemenin bir yolu bulunmalıydı değil mi?

O gün bir şey daha dikkatimi çekti. Yazımın başında uzun zamandır sinemaya gitmedim demiştim. Eskiden sinema salonlarında patlamış mısır yenirdi. Evet hala yeniyor. Ama başka şeyler de yeniyor. Sağımızda, solumuzda hışır hışır poşet sesleri, çalan telefonlar arasında insanlar yakınlarıyla konuşurken, bir taraftan da börekler, hamburgerler yediler. Sanki sinemada değil de bir kafedeydik. Eskiden muhabbetine girince, kendimi yaşlanmış hissettim. Ama film izlerken insanların telefonla konuşması, börek, hatta hamburger yemesi de tuhaf geldi doğrusu...

Sonuç olarak, her şeye rağmen çok güzel bir gün geçirdim. Güzel bir film izledim. Eğer vaktiniz varsa, gidin, izleyin derim...

1 Mart 2019 Cuma

Hoş Geldin İlkbahar




Merhabalar! Bu yazıya şöyle güzel bir bahar dalı fotoğrafı yakışırdı elbette... Ama henüz burada bahar dalları açmadığı için, ben sardunyalarım ile yetineceğim :) Beni takip edenler sardunyaları ne çok sevdiğimi bilirler. Geçen yaz hepsi cılız kalmıştı. Kışa girerken eşimle birlikte onları budadık, temizledik ve kapalı balkona aldık. 

Bu balkonum kışın pek güneş almaz. Oturduğum sokak hep rüzgarlı ve serin olduğu için de, sardunyalarım çiçek açmaz. Ama geçen gün onlara böyle güneş vurduğunu görünce, içim sevinçle doldu. Hemen fotoğraflarını çekiverdim. Umarım en kısa zamanda çiçek açmış hallerini de paylaşırım.

Ben ilkbaharı çok severim. Kışın kasvetli, karanlık günlerinden sonra güneş yeniden yüzünü gösterir. Ağaçlar çiçek açmaya, kuşlar cıvıldamaya başlar. Hele nisan geldi mi, güneş tatlı tatlı ısıtır bizi. Balkonda hafif hafif çay, kahve keyifleri yapılır. Açık havada keyifli yürüyüşlere çıkılır...

Ah benim bir karış havada aklım! Hayallere dalıverdi hemen... Eh, insan ikizler burcu olunca böyle oluyor tabii :) Yani ilkbaharı bir başka severim ben. Ama bugün daha martın biri... Güneş var, fakat hava hala çok soğuk. Her an mart kapıdan baktırıp, kazma kürek yaktırabilir; ki ülkenin pek çok yeri bu durumda...

Ama olsun, resmi olarak ilkbahara girmedik mi? O hava illa ki ısınacak. Eh, ne diyelim o zaman, hoş geldin ilkbahar...

Görüşleriniz Benim İçin Değerlidir!

Zaman ayırıp, yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Yorumlarınız onaylandıktan sonra görüntülenecektir. Reklam ve hakaret içeren yorumları yayınlamıyorum. Düşüncelerinizi bekliyorum...