31 Aralık 2016 Cumartesi

Güle Güle 2016


2016'nın son saatlerinden merhabalar! 2017 tüm insanlığa sağlık, mutluluk, huzur, barış, sevgi, vicdan, merhamet, güven ve pek çok güzelliği beraberinde getirsin. 


2016 hepimizi çok yordu, çok üzdü... Tabii pek çok güzel şey de oldu... Ama bence kötülükler ağır bastı... O yüzden 2017 tüm kötülükleri yukarıdaki süpürge süpürerek gelsin. Hepinize mutlu yıllar diliyorum...

30 Aralık 2016 Cuma

Biraz Şundan Biraz Bundan


Merhabalar! İki gündür Ankara'da okullar tatil. Dün sabah kalktığımızda her yer bembeyazdı. Ancak, sonra yağmur başladı ve karlar hızla eridi. Akşam saatlerinde yeniden yağmaya başladı ve neredeyse tüm gün yağdı. Sonunda, özlediğimiz kara kavuştuk. Bugün de okullar tatil olduğu için, kızımla doya doya kartopu oynadık. İşte size birkaç kare...






Aşağıdaki fotoğraflarda kar hızla yağıyordu. Ama pek belli olmuyor.



2016 yılı hepimiz için zor geçti. Biraz kar görmek, kartopu oynamak gerçekten iyi geldi. Aralık ayında benim için iyi olan başka şeyler de oldu aslında. İlk kez instagramdaki kitap çekilişlerine katıldım. 

Kanes Yayınları'nın çekilişinden bu güzel kitap geldi.


Arkadya Yayınları'ndan ise Heidi ve Heidi Büyüyor kitaplarını kazandım. Arkadya Yayınları büyüklere masallar serisi oluşturuyor. İlk olarak Heidi'den başladılar. 


Kahvelikitapçikolatalışiir de Sarah Jio'nun bende olmayan tek kitabı Agapi'yi gönderdi. Hepsine çok, ama çok teşekkür ediyorum. Bu kitapları okumak için 2017'yi bekledim. Elimdeki kitap biter bitmez, sırayla okuyacağım.



Tabii bu arada örgü örmeye de devam ediyorum. Ufak tefek işler var. Henüz fotoğraflamaya fırsat bulamadım. 

Hanım dilendi bey beğendi motifinden yapılan yelekler çok hoşuma gidiyor. Ancak kilolu olduğum için, o büyüklükte bir şey örmeye cesaret edemiyordum. Çünkü tığ işi gerçekten bileğimi ağrıtıyor. Ama instagramda gördüğüm bir bayan bana ilham verdi. Kendisi, her yıl 1 ocakta motif örmeye başlıyor. Her gün bir motif örüyor. Böylece yıl bittiğinde kocaman bir battaniyesi oluyor. Ben de bu mantıktan yola çıkacağım. Her gün bir motif örerek yeleğimi bitirmeyi planlıyorum. Evde gülkurusu ipim vardı. Aşağıdaki ipleri de ona uygun olsun diye aldım. Gerçi fotoğrafta renkler biraz farklı çıkmış. Normalde daha canlılar. Örneğin mavi görünenler, petrol mavisi..


Bu akşam size biraz havadan, biraz da yılbaşı ganimetlerimden söz etmek istedim. Mümkün olduğunca aklımı bir şeylerle meşgul ederek, hayatımı güzelleştirmeye çalışıyorum. Umarım sizler için de 2016'nın son günleri biraz olsun güzel geçmiştir...

28 Aralık 2016 Çarşamba

Son İlmek - Nicole R. Dickson


Merhabalar! Bu aralar daha çok kitap okumaya başladım ve bunun için çok mutluyum. Yıl bitmeden bir kitap daha okuyabilirsem, aralık ayı benim için oldukça verimli geçmiş olacak. 



Örgü örmeyi sevdiğim için, okuduğum kitaplarda da örgüden söz edilmesi hoşuma gidiyor. Son İlmeği almak istememdeki nedenlerden birisi buydu. Ayrıca kapağı da dikkatimi çekmişti. Üstelik kitabın harika bir kokusu var. 

Son ilmek yeni başlangıçların kitabı desek, çok da yanlış olmaz. Kitapta çok fazla isim ve aile adı var. Üstelik kişiler bir şekilde birbirleriyle akrabalar. Yani biri diğerinin teyze, amca ya da hala çocuğu çıkıyor. Başlangıçta bu durum oldukça aklımı karıştırdı. Bu kimdi, onun diğeriyle ne bağlantısı vardı diye düşünmeme neden oldu. Ancak kitabı okudukça karakterleri ve birbirleriyle olan bağlarını öğrendim. Kitaba da akıcı bir şekilde devam edebildim.

Rebecca, psikolojik şiddet gördüğü evliliğini bitireli altı yıl olmuştur. Ancak evliliğinin hayaletinden kurtulamamıştır. Kendisini güvende hissetmediği için de, kızı Rowanla birlikte sürekli yer değiştirmektedir. Tabii bu, her ikisi için de kötü bir durumdur. Rebecca bir yuva özlemi çekmektedir. Üniversitedeki en yakın arkadaşı Sharon'un, doğup büyüdüğü adayla ilgili anlattığı şeyleri hatırlar. İrlanda'daki bu adada örülen ve adına Gansey denilen özel kazakları araştırmak için oraya gitmeye karar verir. Kızıyla birlikte bütün yazı adada geçirecek ve bu geleneksel kazaklar hakkında bilgi toplayarak, bir kitap yazacaktır. Sonunda adaya gider. Ancak arkadaşı riskli bir hamilelik geçirdiği için adaya gelemez. Herkes Rebecca'yı büyük bir sevecenlikle karşılar. Sharon'un anlattıklarından dolayı O'nu çok iyi tanımaktadırlar. Oysa Rebecca oldukça tedirgindir. Fakat herkes adanın çok güvenli olduğunu söylemektedir. Gerçekten de adadakiler birbirlerini çok iyi tanımakta ve yardımlaşmaktadırlar. Herkes birbirinin çocuğuna ya da malına göz kulak olmaktadır. Bu ortamda, Rowan kendine yakın bir arkadaş edinmiş ve güven içinde adada koşup oynamaktadır. Rebecca bir yandan güven sorununu halledip, adadaki yaşantıya uyum sağlamaya çalışırken; bir yandan da kazaklar hakkında araştırma yapmaktadır. Bu bölgede fırtına eksik olmamaktadır. Kazaklar, balıkçıları güneşten ve soğuktan korumaktadırlar. Ganseyler'in üzerindeki şekillerin bir anlamı ve her ailenin kendi motifleri vardır. Bu kazakları merak ettiğim için, internetten bulduğum bir fotoğrafı buraya da eklemek istedim. Kitabın konusu böyle, ama anlatmadığım çok şey var tabii... 




ARKA KAPAK

Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe insan,
yeni okyanuslar keşfedemez.

Bir anne ve kızı acılarla dolu geçmişini unutmak için
İrlanda'nın batı sahillerinde bir adaya yerleşirler.
Ve bu sahildeki balıkçıların el emeği, göz nuru ile örülen
kazaklarının hepsinin bir hikâyesi vardır.

Her biri eşsizdir. Yaşanılan bütün mutluluklar ve hüzünler
ilmek ilmek kazaklara işlenmiştir.

Yaşananları unutmadan affetmeyi öğrenmek ve kıyıya sağ sağlim
ulaşmak ise yalnız rüzgara karşı başları dik bir şekilde
yürümeleriyle mümkündü.
Ve yaşanan olaylar geçmişi harekete geçirmeye başlamıştır.

Acaba sevgi dolu gözler sana baktığında onları fark edecek misin
yoksa yalnızca geçmişin tozlarını mı göreceksin?


  
Koltuğunuza gömülüp, rahatça okuyabileceğiniz bir kitaptı. Zaman zaman duygulandıran, zaman zaman meraklandıran bir içeriği vardı. Adaya sıcacık bir aile ortamı hakim ve siz kitabı okurken, bunu çok net bir şekilde hissediyorsunuz. Ayrıca, İrlanda'daki bu adayı gözümde canlandırmam da zor olmadı. Eğer bu soğuk kış günlerinde beni yormayan, üzmeyen bir kitap okuyayım da biraz moralim düzelsin diyorsanız; bu kitap tam size göre...

25 Aralık 2016 Pazar

Kolay Kumpir


Merhabalar! Şu pazar gününde ailece gözümüzün önünde sıcak yiyecekler uçuşurken, geçen hafta yaptığım kumpiri paylaşayım dedim. Çünkü küçük bir haftasonu talihsizliği yaşıyoruz. Dün gece saat bir gibi doğalgaz sayacımız arızaya geçti. Eve gaz gelmiyor. Hemen arıza bildirdik tabii. Ama ben bu yazıyı yazarken saat 16.00 ve hâlâ gelen giden yok. Yani, dün gece yarısından beri Ankara'nın soğuğunda gazsız kaldık. Hadi kat kat giyinip, elektrik sobası yakarak ısınıyoruz. Ama ocak, fırın hiçbir şey çalışmıyor. Isıtıcıda su ısıtıp, sallama çay yaptım, Peynir ekmek falan idare ettik. Ama akşam oluyor ve ben yemek yapamıyorum. Evde tadilat var, dışarıya da gidemiyoruz.  Bir tane küçük tüp mü bulundursak ne yapsak?

Neyse, bu kadar iç dökmek yeter sanırım. Bizim evde kumpir çok sevilir. Bu yüzden sık sık yaparım. Ama patatesleri uzun uzun fırınlayacak zamanınız yoksa bu tarif birebir... 


Önce patatesleri iyice haşlıyoruz. Ben düdüklü tencerede haşlıyorum. Çok daha kısa sürüyor. Patateslerin kabuklarını soyduktan sonra üzerlerine kaşar peyniri rendeliyoruz. Biraz da tuz ekleyip, çatalla iyice eziyoruz.


Sonra ince ince doğradığınız sosisleri de karışımımıza katıyoruz. İsterseniz sosisleri haşlayabilirsiniz. 


İyice karıştırdıktan sonra, yağlanmış kalıba yerleştiriyoruz. Dilerseniz, üzerine de kaşar peyniri rendeleyebilirsiniz. 


150 derecelik fırında üzeri kızarıncaya kadar pişiriyoruz.  Servis sırasında dilediğiniz malzemelerle zenginleştirebilirsiniz. Biz kalorili olmaması için bu şekliyle tüketiyoruz. Büyük bir çoğunluğunuzun yaptığı bu tarifi hatırlatayım dedim. Hafta sonları için güzel bir seçenek oluyor...

23 Aralık 2016 Cuma

Biraz Kar - Biraz Buz


Merhabalar! Bugünlerde Ankara çok soğuk. Bazen, biraz kar yağıyor ve hava yumuşuyor. Ama sonra yine dona çekiyor. Bugün size, yaklaşık iki haftadır Ankara'da çektiğim ve instagramda paylaştığım fotoğraflardan bir derleme yapmak istedim. Gerçi orada paylaşmadığım bir iki fotoğraf da var bu yazımda...

Buzda ne güzel şekiller oluşmuş değil mi? Resim gibi...



Bu fotoğrafı çektikten birkaç gün sonra azıcık kar yağdı. Aslında akşam kızımı almaya giderken uçuşa uçuşa yağıyordu. Ama telefonumu yanıma almadığım için çekemedim. Zaten o güzel görüntüyü yakalamak da pek mümkün olmayabiliyor. Ertesi gün bu kareleri çekebildim.





Bu kadarcık yağıp, sonra bizi buzuyla baş başa bıraktı kar... Salı günü dışarıda işlerim vardı. Hava çok ama çok soğuktu. Yaklaşık 2,5 saat kadar dışarıda kaldım. Eve döndüğümde donmak üzereymişim gibi geldi. Fotoğrafları görünce bana hak verirsiniz sanırım. Tabii kestirme olsun diye parkın içinden geçerken fotoğraf çekmek için sık sık durunca da üşüyor insan :)




Altınpark'ın havuzu donmuştu. İnsanlar nasıl cesaret ettiyse, buzun üzerinde bile yürümüşler...




Karşıda kuşlara yem veren amcalar vardı. Profesyonel bir makinem olmadığı için kuşlara biraz uzak kaldım...


Sonra yine kar yağdı ve hava biraz yumuşadı neyse ki...


Bunları da bu sabah çektim. Çok güzel bir görüntüydü. Ama fotoğraflara yansımadı tabii. Böyle yağdığını görünce kızımla kar topu oynarız diye sevindik. Ama çabuk kesildi. Üstelik hava çok yumuşak olduğu için karlar eridi. 




Biraz önce balkondan baktım. Hava yine çok soğumuş. Kar yağar mı bilmem ama; şöyle doya doya kar seyredip, kar topu oynayasım var. Ankara'da kara hasret kalacağımı söyleseler inanmazdım. Neyse bu kadar gördük ya, daha kış yeni başladı. Belki arkası gelir...

21 Aralık 2016 Çarşamba

Nadide Hayat - İzledim


Merhabalar! Kaç gündür Ankara buz kesmişti. Gerçekten çok üşüyorduk. Hatta dün birileri apartman girişine su dökmüş. O da bir güzel donmuş. Ben de akşam kızımı okuldan almak için apartmandan çıkar çıkmaz uçtum resmen. Hava soğuktu, ama yerler kuruydu. Böyle bir şeyle karşılaşacağım aklıma gelmediği için, kötü düştüm. Neyse ki bir yerim kırılmadı. Ama sağ bileğimi incitmişim. Bir süre örgü öremeyeceğim gibi görünüyor.

Akşam oldukça sancım vardı. Kitap okumak istedim, ama kendimi veremedim. Örgü de öremeyince televizyonu karıştırmaya başladım. Bir de baktım ki, karşımda Nadide Hayat... Bu filmi sinemada izlemeyi çok istemiştim, ama gidemedim. Sonra da alıp, izleyemedim bir türlü... 


Harika bir konu, harika oyuncular... Demet Akbağ eşini kaybedince birden bire kendisini boşlukta hissediyor. Ama çabuk toparlanıyor. Çocukları, damadı ve bir torunu var. Hayata kaldığı yerden devam etmeye karar veriyor. Evlenmeden önce okuduğu Su Ürünleri Fakültesi'ne geri dönüyor. Tabii yaşından dolayı bayağı zorlanıyor. Ama hayatın her alanında olduğu gibi, iyiler ve kötülerle karşılaşıyor. Asla yılmıyor. Çıktıkları bir eğitim gezisinde çevresindeki insanlara güzelce ders veriyor. Aynı zamanda da, kendi hayatını yola sokmaya çalışıyor. Bu arada kendi yolu da Yetkin Dikinciler ile kesişiyor.

İnsanın kaç yaşında olursa olsun hayata bağlı kalmasını, bedenen yaşamanın yanında ruhumuzu da yaşatmamız gerektiğini, risk almazsak hayatımızda neyin değişeceğini bilemeyeceğimizi anlatan sıcacık bir film. Hem duygusal, hem komik, yer yer de düşündürücü...

Ben televizyonda izleyebildim. Keşke sinemada izleme şansım olsaymış. Gerçekten çok beğendim. Eğer hâlâ izlemediyseniz izlemenizi öneririm.  

17 Aralık 2016 Cumartesi

Ayşe Kulin İmzalı Kitaplarım


Soğuk bir Ankara gününden merhabalar! Aslında hava soğuk, ama yüreklerimiz yangın yeri. Bu yazıyı geçen pazar akşamı yazacaktım. Çünkü en sevdiğim yazarlardan birisi olan Ayşe Kulin Ankara'ya gelmişti. Ben de imza gününe gideceğim için çok heyecanlıydım. Heyecanlıydım, çünkü Ayşe Kulin ile tanışacaktım. Heyecanlıydım, çünkü ilk kez bir imza gününe gidecektim. Daha da önemlisi, hayatımda ilk kez imzalı bir kitabım olacaktı. Ama pazar sabahı karanlık bir güne uyandık. İstanbul'da şehitlerimiz, yaralılarımız vardı. Benim de bu yazıyı yazmaya elim varmadı. Bu sabah, tam da bu yazıyı yazmak için bilgisayarın başına oturmuştum ki; Kayseri'den acı haber geldi. Yine şehitlerimiz, yaralılarımız var... Ne yazacağımı, ne diyeceğimi, ne dileyeceğimi bilmiyorum. Hep bu son olsun diyoruz, olmuyor... Hain eller can yakmaya devam ediyor... 

Bir haftadır, televizyonda psikologlar bu durumu atlatabilmek için ne yapmamız gerektiğini anlatıyorlar. Çocuklarımızın etkilenmemesi için nasıl davranmamız gerektiği konuşuluyor. Ben mecbur kalmadıkça televizyonu açmıyorum. Kendimi örgüye ve kitap okumaya verdim. Zaman zaman etrafımdaki güzellikleri görmeye çabalayarak, fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Şu anda da burada içimi döküyorum. Evet çok başka şeyler anlatacakken, çok farklı şeyler yazıyorum. Eminim ki, hepiniz benzer durumdasınız. Toplum olarak hepimiz cinnet geçirmek üzereyiz. Bunu anlamak için, sadece trafikte olan biteni gözlemlemek bile yetiyor...

Evet, ben de şimdi beni rahatlatan şeylerden birini yapıyorum. Yazıyorum... Buraya kadar, uzun ve fotoğrafsız yazımı okuduğunuz için sizlere teşekkür ediyorum. Biraz da imza gününden söz etmek istiyorum...


Ayşe Kulin, cumartesi günü Tunalı'daki D&R'da, pazar günü de iki ayrı yerde hayranlarıyla buluştu. Ben, pazar günü 17:30'daki imza gününe gittim. 16:45'te Atlantis Avm'deki Arkadaş Kitabevi'ndeydim. Erken gittim diye düşünürken, yılan gibi kıvrılan sırayı görünce çok şaşırdım.




Yukarıdaki en son fotoğraftakine sıra denemez bile... Sonradan iyice uzadı... Ama benim için değişik ve güzel bir gün oldu. Yanımda 70 yaşındaki annem de vardı. O da yeğenim için bir kitap imzalatacaktı. Önümüzdekilerle, arkamızdakilerle sohbet ede ede, sağımıza solumuza bakına bakına zaman geçirdik.


Sırada bekledikçe, sıcaktan ve yorgunluktan etrafımızı yukarıdaki gibi görmeye başladık. Ama fotoğraf gibi, bu durum bile güzeldi. Çünkü zamanımızı değerli bir şey için harcıyorduk.


İşte son düzlük... Bu sıranın ucunda Ayşe Kulin'in masası var...


Ve işte mutlu son... Saat 19:30'da Ayşe Hanım'ın yanına ulaşmayı başardım. Herkes fotoğraf çektirmek için çok oyalanmıştı. Biz çok beklemiştik. Arkamda hâlâ uzun bir kuyruk vardı. O insanlar da çok beklemişti. Ayşe Hanım da yorgundu. Bu nedenle annemden, imza anında fotoğraf çekmesini rica ettim. Kimsenin zamanını çalmak istemedim. Ayşe Hanım büyük bir incelikle hepimizi dinledi, hiçbirimizi kırmadı. Tüm zarafetiyle kitaplarımızı imzaladı. Çağdaş Türk edebiyatının bu güçlü kalemiyle tanışmak, O'ndan imza alabilmek benim için büyük bir onur oldu. Kendisine çok teşekkür ediyorum. 

O gün, Instagramda takip ettiğim Mavianne ile de tanıştım. Çok hoş ve içtendi. Kendisi Ayşe Kulin ile güzel bir röportaj yapmış. Yazısını buradan okuyabilirsiniz. Bu yazıdan öğrendiğime göre, imza günü ancak saat 21:00'de sona ermiş.

Ayşe Kulin beni kırmayıp, iki kitabını birden imzaladı. Çünkü kitaplardan birini kendim için, diğerini kızım için imzalatmak istemiştim. Bu benimki...


Bu da kızımın kitabı... O, henüz bu kitabı okuyacak yaşta değil. Ama bir iki yıl sonra okuyabilecek yaşa geldiğinde, kızıma bu güzel anıyı bırakmak istedim.  O'nun için, benim imzalattığım bir kitap. Yani, bu kitabın kızımda iki önemli yeri olacak.


Fazlasıyla uzun bir yazı oldu. Keşke hep böyle güzel günlerimiz, güzel anılarımız olsa... Terörsüz ve huzurlu günler yaşamak dileğiyle...

9 Aralık 2016 Cuma

Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali


Merhabalar! Bugün, uzun zamandır okumadığım bir türle karşınızdayım. Çocukluğumdan beri kitap okumayı çok severim. Özellikle çocukken, bulduğum her şeyi okurdum. Bu durum ben bankada çalışmaya başlayana kadar devam etti. O kadar yoruluyordum ki, eve gider gitmez yatıyordum. Özel bir banka olduğu için çok yoğun çalışıyorduk. Kendime ait bir hayatım kalmamıştı. Özellikle de evlenip, çocuk sahibi olduktan sonra, tam anlamıyla kaybolmuştum. Sonra sağlığım bozuldu ve işten ayrılmam gerekti. Çünkü doktorlar stresten uzak kalmazsam iyileşemeyeceğimi söylediler. Öyle de oldu zaten...



Sonrasını beni takip edenler biliyor. Bana kendimi iyi hissettiren şeyleri yapıyorum. Şimdi, bunca lafı neden ettin diyenleriniz vardır. İşte bu dönemden sonra kitap okuma alışkanlığım da değişti. Dili, konusu hafif, mutlu sonla biten kitapları okumaya başladım. Daha önce, Sabahattin Ali'nin hiçbir kitabını okumamıştım ve merak ediyordum. Özellikle de Kocan Kadar Konuş kitabındaki kitap kurdu kahramanımızın, Sabahattin Ali ile olan hayali diyalogları merakımı daha da artırmıştı. Ancak ağır gelirse, sıkılırsam, okuyamazsam gibi endişelerim vardı. Kız kardeşim bana bu kitabı hediye ederek, bu endişelerime dur dedi.

Elimdeki kitap biter bitmez hemen okumaya başladım. Şaşıracaksınız ama, son zamanlarda en çabuk bitirdiğim kitap oldu. Böyle zengin bir dile sahip kitapları okumayı özlemişim. Elimden düşüremedim desem yeri var.

Hikayenin ilk bölümü bir anlatıcının ağzından aktarılıyor. Anlatıcı kendi hikayesini anlatırken, iş yerinde tanıştığı Raif Efendi'yi, O'nu nasıl merak ettiğini ve dost olma çabalarını anlatıyor. Raif Efendi içine kapanık, herkesten uzak durmaya çalışan, sessiz sedasız bir insan. İşinde başarılı olmasına rağmen kendisini gösteremeyen, haksızlığa uğradığında bile sessiz kalan biri. Ailesinin bile görmekten kaçındığı, varlığıyla yokluğu bir, şimdiki deyimle ezik bir insan...

Bir gün Raif Efendi'nin günlüğü bizim anlatıcının eline geçer. (Aradaki olayları anlatmayacağım.) Anlatıcımız, Raif Efendi'nin izniyle günlüğü okumaya başlar. İşte buradan sonra Raif Efendi'yi tanımaya başlıyoruz. Maria Puderle tanışmasını, aşklarını ve Raif Efendi'nin neden böyle olduğunu okuyoruz. Raif Efendi, Maria Puder'in hep aradığı insan olduğuna karar verir. Sorgulamadan, teslimiyetçi bir şekilde Maria Puder'in her istediğini yapmaktadır. O'nu kaybetmek en büyük korkusudur. Maria Puder ise gelgitleri olan, erkeklere güvenmeyen, dünyada hiç kimsenin bir diğerine tam anlamıyla yakınlaşamayacağına inanan biridir. 

ARKA KAPAK

"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum 'Kürk Mantolu Madonna'yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum." 

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.

Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.




Kitabın dilinde sadeleştirme yapılmamış. Yazıldığı günkü kelimeler değiştirilmemiş. Ancak, çok bilinmeyen kelimelerin açıklaması sayfa sonunda verilmiş. Zaten 40'lı yaşların üzerindeyseniz kitabın diliyle ilgili bir sorununuz olmayacaktır. 

Kitap, oldukça akıcı ve merak uyandırıcı. Betimlemelerle zenginleştirilmiş anlatım, sizi siyah beyaz bir film izliyormuş havasına sokuyor. Ben karakterleri biraz karamsar bulsam da, kitabı bitirdikten sonra epey bir zaman etkisinden kurtulamadım. Eğer hala okumadıysanız mutlaka okumanızı öneririm. Bundan sonra araya böyle kitaplar sıkıştırmaya karar verdim. Sizlere keyifli okumalar diliyorum...

7 Aralık 2016 Çarşamba

Açıklamalı Çiçekli Kırmızı Bere


Merhabalar! Biz Ankara'da donuyoruz. Ya siz ne durumdasınız? Madem hava çok soğuk, öyleyse sıcacık bir bere örelim dedim. Yine evdeki yünleri karıştırıp, geçen yıl aldığım bu güzel yünü buldum. Oldukça kalın olduğu için, tam da bu havalara uygun oldu.



Bu bereyi kızım için ördüm. Onun kocaman bir atkuyruğu var. Bu yüzden ördüğüm berelerin ölçüsünü biraz büyük tutuyorum. Aslında bere 12 yaş için. Ama bana da gayet rahat oluyor. Bu yüzden siz, vereceğim ölçüleri biraz daha küçültebilirsiniz.



Gelelim tarife... İpim Alize Maxi Flower, şişim 6 numara. 46 ilmek başlayarak; 2 ters, 2 düz  olarak 10 sıra ördüm. Sonra düz örgüye geçtim. Düz ördüğüm ilk sırada 2 ilmek örüp; 3. ilmekte artırma yaptım. Bu şekilde sıra sonuna kadar devam ettim. Siz bu kadar bollaşmasını istemezseniz 5 ilmekte bir artırın. Artırırken delik oluşmaması için, aradan aldığınız ilmeği döndürerek örmeyi unutmayın. Bir daha hiç artırma yapmadan, lastik bitiminden itibaren 25 cm. olana kadar ördüm. Ama dediğim gibi, berenin ne kadar sarkacağı sizin zevkinize kalmış. 2 - 3 cm. daha az örerseniz bu kadar çok sarkmaz. Son 2 sırada eksiltme yaptım. 1 ilmek ördüm, 2 ilmeği birlikte aldım,1 ilmeği ördüm,2 ilmeği birlikte aldım. Bu şekilde sıra sonuna kadar gittim. Son sırada ise, kenar ilmekleri hariç, 2 ilmeği birlikte ördüm, sonra yandaki 2 ilmeği birlikte ördüm. Bu şekilde sırayı bitirdim. Sonra, kalan ilmeklerin içinden ip geçirerek büzdüm ve berenin arkasını gizli dikişle diktim. Aslında misinalı şişle örülse daha güzel olur. Ama ben misinalı şişe pek alışamadım. Gerçi, bereye takım boyunluk başladım. Onu misinalı şişle örüyorum.



Bu yıl bu ponponlar çok moda. Ben de böyle kocaman bir tane alıp, büzdüğüm yere diktim. İşte beremiz hazır...


Bu arada, iple ilgili küçük bir püf noktası vermek istiyorum. Örerken, çiçekler genellikle arka yüzde kaldı. Ben de daha önce Derya Baykal'dan gördüğüm gibi, çiçeklerin büyük bir çoğunluğunu tığla ön tarafa çektim. Berenize ne kadar çiçek açtıracağınız size kalmış :) Denemek isteyenlere kolay gelsin...


5 Aralık 2016 Pazartesi

Yeni Yılda Kalpleri Aydınlatır mısınız?


Bulut Gölgesi Bloğu'nun sahibesi Tülin Hanım yine güzel bir etkinlik başlatmış. Ben biraz geç fark ettim. Görür görmez de paylaşmak istedim. Bir şeyleri eksik aktarmaktan çekindiğim için, Tülin Hanım'ın yazısını buraya kopyala-yapıştır yapıyorum. Detaylı bilgi için Bulut Gölgesi Bloğunu ziyaret edin lütfen. Haydi, yeni yıla insanların yüzlerini güldürerek girelim. Katılamasak bile paylaşalım. Belki damlaya damlaya göl olur...

Yeni Yılda Benimle Birlikte Kalpleri Aydınlatır mısınız?


Günlerdir yazmaya çalışıyordum dostlar.
Tam taslaklarda duran satırları silecektim ki, vazgeçtim. Ben kendimi biliyorum.
Sizinle konuşuyormuşum gibi yazmazsam, yazamıyorum.

******

16.Kasım      Kış geldi, yeni yıl da kapının ardında. E, çocuklar var, bizim çocuklarımız. Serçev çocukları hediye beklerler şimdi. Bir güzel etkinlik hazırlamalı. İçimdeki bu sevimli telaşı anlatmalı, haydi yine birlikte yapalım bu işi, neler neler yapmadık ki! demeli. Yaşlılarımız da var. Çok zaman oldu gidip hayır dualarını almayalı. Çok işim var, çok!............                                                    


18.Kasım     Nasıl başlasam bilemedim bu defa. İçimden bir ses "bunca zaman söyledin ne varsa" diyor. Diyor da ben ne yazıp, ne anlatacağım da yeni bir seneye adım adım yaklaştığımız bugünlerde Serebral Palsili çocuklarımızın, Huzurevi'ndeki yaşlılarımızın  kalplerini mutlulukla ısıtacağız?
Hadi bakalım!.............

20.Kasım     Yoldayım, bir şeyler   okuyorum. Sıkıcı, abartılı, arada paragrafları atlıyorum falan.
Derken bir cümle  ok gibi saplanıyor kalbime.

       "Kimse kendisine ışık tutamaz, güneş bile!"   yazıyor.

Evet ya! Yürürüm ben buradan. Çünkü ancak çevremizi aydınlattığımız zaman ışık içinde olabiliriz.

Hani hep daha çok aydınlık istiyoruz, hani gün be gün kararan umutlarımız için ışık arıyoruz ya.
Kendi ışığımızla başka kalpleri aydınlatmaya ne dersiniz?
Yaşadık daha önce biliyoruz. Kaynağından çıkan o ışık her seferinde dev bir prizmada kırılıp kat kat artarak, rengarenk bize geri dönüyor. Öyle değil mi?

Uzun lafın kısası, her yıl bizim için neredeyse gelenekselleşen SERÇEV Yeni Yıl Balosu'nda dağıtılmak üzere çocuklarımız için hediyeler hazırlayacağız. Sadece hasta çocuklarımıza değil elbette, kardeşlerine de. Belki "elimde çocuklar için bir şey yok ama yaşlılar için var" diyen olur.
Olur, onları da Huzurevinde dağıtırız.

Bir yılbaşını Etimesgut Huzurevinde geçirmiş, ne iyi etmiştik :)



Şimdi;
Siz de ışığınızla kalpleri aydınlatmak isterseniz bana yazın lütfen.

Hediyelerinizi kargoya vereceğiniz son tarih 20 Aralık 2016 olsun.

Bu satırları okuyunca gülümseyen hepinizde adresim var zaten.Olmayanlar bana e-posta yazabilirler.

tlnbozkoyunlu66@gmail.com.tr

Bakalım bu defa kimlerle el ele yürüyeceğiz.
Ben şimdiden çok heyecanlıyım :)

(lakin, içimden bir ses, her şey çok güzel olacak diyor)

Serçev ile güzel günleri hatırlamak için tıklayın lütfen

22 Kasım

Son bir şey;
Çocuklarımız için yeni yıl kartpostalları hazırla mısınız?
Hazır kart da olur. Yeter ki içine, arkasına sizin elinizden bir kutlama yazılmış olsun.

Kelebek Adası - Sarah Jio



Merhabalar! Sarah Jio'nun yeni kitabının çıktığını öğrenince hemen sipariş verdim. O sırada Tüyap Kitap Fuarı olduğu için, kitabım elime biraz geç ulaştı. Ben de, okumakta olduğum kitap biter bitmez Kelebek Adası'na başladım. Aslında cuma gecesi bitti, ama ancak yazabildim.



Kitabı, Sarah Jio hayranlarının seveceğini düşünüyorum. Hikaye yine farklı zamanlarda geçiyor. Ancak, bu kez farklı insanların farklı zamanlardaki hikayesi değil de; aynı insanın farklı zamanlarda yaşadıkları anlatılıyor. Tabii bu arada, pek çok insanın hayatından kesitler de işin içine giriyor. Açıkçası kitabın içeriğinden söz ederken, oldukça dikkatli olmaya çalışacağım. Çünkü vereceğim en ufak bir detay, her şeyi mahvedebilir. 

Bu arada Sarah Jio, kitabın başında biz Türk Okurlara bir mektup yazmış. Kitabın içinde de İstanbul'dan ve kebaplarımızdan söz etmiş. İki yıldır da yeni kitaplarının çıkışını ülkemizde yapıyor. Bizleri unutmadığı için kendisine teşekkür ediyorum.

Kitap, baş kahramanımız Charlotte'ın 2037'deki yaşantısıyla başlıyor. Daha sonra 30 yıl geriye gidiyoruz. Charlotte'ın en yakın arkadaşı Gabby'i, nişanlısı Erik'i tanıyoruz. Erikle evlenmelerini ve balayına çıkmalarını okuyoruz. Charlotte'ın hayal ettiği gibi, büyük bir gemiyle Bermuda tarafında deniz turuna gidiyorlar. Ancak Erik'i deniz tuttuğu için tatilleri pek de umdukları gibi geçmiyor. Ayrıca Erik, sürekli telefon görüşmesi yapıyor ve iş için olduğunu söylüyor. Bermuda'da karaya çıktıklarında, bir korsan teknesi turuna katılmaya karar veriyorlar. Ancak son anda bir sorun çıkıyor ve Charlotte tura yalnız gidiyor. İşte her şey buradan sonra karışıyor. Bermuda şeytan üçgeni yine yapacağını yapıyor...




ARKA KAPAK  

Mavi Kelebeklerin hikâyesini bilir misiniz?
Mavi Kelebekleri her yerde göremezsiniz. Oldukça
nadir görülürler. Sabah uyandığınızda, "Bugün mavi 
kelebekleri görmeye gidiyorum," diyemezsiniz.
Siz onları değil, onlar sizi bulur.

Efsaneye göre bu kelebekler, değişimin habercisidir.
Olur da gündoğumunda yolunuzu bir mavi kelebek
keserse, bilin ki artık hayatınız eskisi gibi olmayacaktır.
Belki bambaşka biri girer hayatınıza. Belki bambaşka
bir yerde uyanırsınız. Ya da ilk kez adımınızı attığınız 
bir yerde kendinizi hiç olmadığınız kadar huzurlu ve
evinizde hissedersiniz. Kaybolurken bulunursunuz.
Geldiğinizi sanarken gittiğinizi görürsünüz. Hayata
başka bakarsınız mavi bir kelebek kanat çırptığında
çünkü size başka bakıyordur artık hayat. 


Yukarıda da yazdığım gibi, kitapta pek çok hayat iç içe geçmiş durumda. Sayfaları çevirdikçe, daha önce anlatılmış olaylar anlam kazanmaya, ya da çözülmemiş olaylar çözülmeye başlıyor. Aslında, normalde olması imkansız şeyler kitapta gerçek oluyor. Bu yönüyle biraz da fantastik roman havası var. Ben yine çok beğenerek okudum. Kitaplarımı genellikle geceleri okuduğumu yazmıştım. Bazen uyanır uyanmaz, okuduğum kitaplar aklıma geliyor. Kendimi kahramanlar ve kitabın devamında neler olacağı konusunda düşünürken buluyorum. İşte, Kelebek Adası da bu kitaplardandı. Bu tarz romanları okumayı seviyorsanız, mutlaka öneririm.

Ayrıca kitabı okurken, Tom Hanks'in daha önce izlediğim Yeni Hayat (Cast Away) filmi aklıma geldi. Eğer izlemediyseniz mutlaka izlemenizi öneririm...

Görüşleriniz Benim İçin Değerlidir!

Zaman ayırıp, yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Yorumlarınız onaylandıktan sonra görüntülenecektir. Reklam ve hakaret içeren yorumları yayınlamıyorum. Düşüncelerinizi bekliyorum...